Perşembe, Kasım 22, 2012

Şükran Günü

Merhaba!
Bugün 22 Kasım, Perşembe, Şükran Günü!

Merikalıların 1863 yılından bu yana resmi tatil olarak kutladıkları Kasım ayının 4. Perşembesi... 1863'ten de geriye giden bir gelenek aslında, tamal bir google taraması ile öğrendim.İlk kutlamayı İspanyollar 16. yüzyılda yapmışlar. 1620 yılında Virginia'ya sağa salim çıkan bir İngiliz kolonisinin başkanı günün kutlanmasını koloninin kanunları arasına yerleştirmiş... 1863 yılında Abraham Lincoln resmi tatil ilan etmiş.

Bir kaç haftadan beri buradaki Amerikalı arkadaşlarımdan Thanksgiving daveti alıyorum. Sanırım toplam beş adet davet aldık Teo ile! Bence bu harika! Hepsi birbirinden samimi, gözleri ışıl ışıl parlayan insanların davetleri idi. Biz kendimizi en rahat hissedeceğimiz daveti kabul ettik. Menümüz zengin, bir küçük/orta boy kuşumuz var, ben içini bizim bildik iç pilavla dolduracağım. Bir de sabahtan Teo ile pek sevdiğimiz ıspanak - pirinç yemeğini yaptım, sadece pirinç yerine şehriye attım; yoğurdumuzu da kapıp gidicez... Aslında daha fazla şey yapmak isterdim, ne kadar yapsam az olacakmış gibi geliyor. Ispanağı da nereden çıkardım bilemiyorum, neyse ki ev sahibimiz ıspanak sevdiğini söyledi... Evet, iç pilav macerası beni bekliyor. Annemden aldım tarifini bu hafta skype'ta. Bakalım. İnşallah güzel olur :)

Bu arada, yoğurt konusuna parantez açmak istiyorum: Burada adam akıllı yoğurt bulana kadar akla karayı seçtim! Bir kere, sade yoğurt mefhumu yok, illa bir şeyle karışacak. Neyse ki geleneksel memleket yoğurduna çok benzer bir yoğurt buldum, şöyle ertesi gün sulanan cinsten! Tabi ki kendim de mayalayabilirim. Evet. Burada sade tatlar bulmak pek de kolay değil gerçekten.

Neyse efendim, bu memleketin bayram havasını yaşıyor olduğumuz için mutluyuz! Şükran günümüz kutlu olsun!
sevgiler, 

Salı, Ekim 09, 2012

Farklar, kolaylıklar, zorluklar

Merhabalar,
bu sabah sanki diğer abahlardan daha azişim varmış gibi bura ya oturdum, internetten çıkmamakta kararlı şekilde!
Seattle'da hava bulutlu. Yağmur yağabilir. Halbuki Cuma'dan evvel beklenmiyor. Evden de çıkmasam bugün? Olmaz. Ders var. Katılmam gerekmiyor ama kaçırmamak gerekiyor çünkü çook güzel dersler bunlar...

Burada bazı kişilerde yabancı korkusu seziyorum. Hani şu Xenophobia denenden. Belki de mesleki rekabet bunu su yüzüne çıkarıyor. Yanlış yorumladığımı sanmıyorum. İnsanı olumsuz etkiliyor, karşısındakinin bu şekilde tamamen mantık dışı ve elinde olmadan olumsuz duygular yaşaması o insan hakkında. Bu acınası bir durum çünkü muhtemelen iki kişinin de hatası değil. Sadece devam etmemesi için bir şeyler yapmak gerek belki de... Ne olabilir ki? İtiraf etmeliyim ki ben de stresliyim hala onların arasında. Bir stiff-upper-lip durumu bende var yani. Ne yapayım, her okula çıkmadan bir tek mi atayım?? Allah Allah... diye içimdeki isyankar bana dayılandı gördüğünüz gibi! Şu oğluna ve bana yaptığına bak! ... Ohooo... susturmazsam bu bana daha gün boyu konuşur!
Ben kaçıyorum, Arnold Wesker'in Trilogy'sini okuyup Osmanlıca izafelere bakmam gerek.. ne şirin di mi:))))
sevgiler!

Pazar, Eylül 09, 2012

Seattle'ın kadim dostu

Seattle'a varalı bu pazar günü itibarıyla 3 hafta 2 gün oldu.
Günlerdir hava bunaltıcı sıcak. Hele ki eve ilk girdiğimizde minik kuşun ilk yorumu şu oldu: Anne buraya bir soğutucu almamız gerekecek bir an evvel... Benim cevabım ise buranın yağmur memleketi olduğu ve haftasına kalmaz yağmurun başlayacağı idi, her zamanki, bir türlü yenemediğim bedava düz mantık bilgiçliğimle! Gel gör ki yağmur hak getire... Hava acaip, İstanbul'dan tatile kaçtığım Kaş'ı anımsadım nerdeyse. Kaş ki, Seattle'a vardığımda aynı ayın içine konamayacak bir mekandı benim için. Ama burada da yandık işte. Akdeniz güneşi Akdenizlileri hemen salamıyor bağrından öteye:))

Neyse, derken bugün hava birden soğudu. Ama kaç derece düştü, herhalde 10'dan fazla. neredeyse hergün gittiğimiz University Bookstore Cafe'dekilerle sohbetin arasına havayı sıkıştırınca tavırlarından yağmurun Seattle'a ne anlam ifade ettiğini az çok çıkardım. Hepsi rahatlamış durumda hava ile - tabi biz de- ve şehirlerinin kadim dostunun her an şehir sınılarından içeri girmesini bekliyorlar, Mayıs ayına kadar çıkmamacasına! Huyunu, suyunu biliyorlar- hatta bugün bir ara hangi haliyle düştüğünü de konuştular, ben kaçırmışım, düştü mü gerçekten?

Bilemiyorum ama yağmur hepimizin kendini özleten arkadaşı olur ya, Mayıs ayına kadar aralıksız nasıl çekilir orasını bilemem, göreceğiz!

Perşembe, Temmuz 12, 2012

Hamama giren...

Şıpı şıpır terler damlıyor sanki benden... Damlamasalar da bir yolunu bulup süzülüyor vücudumda. Bir anayol oluşmuş, hepsi oradan birikip akıyor sanki... Bu görüntü nasıl bu kadar net? Küçükken arabada yağmur yağdığında camdaki damlaların nasıl da tek ylu bulup, birikip, oradan aktıklarını hayretle ve neşeyle izlerdim hep,oradan biliyorm... Şimdi de benim üstümden akan böyle bir ana yol var! Eh tabi bir de çay içiyorum bir taraftan! Halbuki bu sabah hava durmu sunucumuz ne dedi: çay kahve gibi içecekler 1,5 misillerince su kaybı yaratırlarmış... sonra suyumuzu da içeriz.

Şu an çayımı misler gibi içerken buraya da aylar sonra birşeyler yazmak güzel. Bayağı ara vermişim, durmadan yazabilenleri çok takdir ediyorum. aslında yazma işi insanın hayatını çekip çevirmesinde ona güç veren bir eylem. Hayatın bir tür sindirimi gibi. Aldıklarını şekillendirerek tekrar yerleştirdiğin gayet sağlıklı bir eylem. ama neden yazamadığımı biliyorum, benim hayatım ciddi bir değişim eşiğinde. ABD Seattle yolcusuyuz oğlumla ve aylardır acaip bürokratik işlerle uğraşmaktan bu bursun kerametine bile yabancılaştım.. Nereye neden gittiğimi bile unutturacaklar yakında. Neyse. Bu serzenişleri de geçelim. Yazın terlemek gibi bir şey işte. hatta deyimi bile var: Hamama giren terler!

Toplanma işleri... Teo ayrı, ben ayrı... Hadi bakalım, iş başına!

Pazartesi, Nisan 16, 2012

Böyle olamayacak.. Hayatta disiplin gerekli!

Gerçekten de bunu artık daha net görüyorum. Hayatın bizi taşıma gücü bir yere kadar. Serbest salınım modunda olmadım hiç bir zaman ama daha iyi yapılanma gereğini geçtiğimiz 2 haftaya baktığımda çok daha ciddi bir şekilde görüyorum..
İkinci tez izleme toplantısına rapor yazma derdindeydim ve raporu yolladım, evde dolandım.. Kendime bir baktım... Aman Allah'ım! Yani bu nasıl bir etkinlik? Bir rpor yazıyorum diye diğer işlerin ucu bu kadar mı bırakılır?
Olmaz. Bu konuya eğiline...
Sevgiler:)

Pazar, Nisan 08, 2012

tatil sabahı

Bu hafta Teoman'ın okulu tatil. Ben de işimi ayarladım, sadece 2 gün gidiyorum üniversiteye. Bu tatil tam zamanında imdada yetişti...

Sabah 06.40'ta çalan alarma aldırmadım, 40 dk daha uyudum. sabah meditasyonum yerine de doğrudan tez izleme raporumun başına oturdum. Çalışmanın başlı başına bir meditasyon olduğu günlerimi yad ederek... Ne güzelmiş. Ne büyük şansmış o huzur ve güzellik duygusunu çalışarak yaşamak! Bu artık benimiçin kolay değil. Demek ne kadar çok dağılmışım hayatın içine doğru... gerek yok halbuki gündelik hayatla bu kadar yüz göz olmaya!

İlk aramda bir çay demledim, sabahın dingin sessizliğinde, dışarıda yağmur... O an uzun, kavruk ve sıkıcı bir yazın ardından kavuştuğum güzel sonbaharın duygusunu yaşadım bir anlık. O da pek iyi geldi. Arkadaşımla mesajlaştık, o yeni doğan bebeğini, ben de yeni ergenimi alıp sahile çıkıp konuşup yürüyecektik ama hava izin vermedi... Halbuk hava durumunda söylemişti, ben tabi unuttum. Normal, çünkü dün de çok güzel bir öğleden sonra geçirdik banka grubumuzla İsmet Baba'da, haliyle kafamız güzel ve mutluyduk ve kim bu durumda ertesi günkü yağmur haberini hatırlar? Ben hatırlamam...

Sonra bir baktım sabahın dinginliği, etraftaki binalara aksederek daha da çoğalan, polifonik kalitede yıkım sesleri ile gitmiş bile... Bir süre anlam vermedim, dışladım, metnime daldım ama sonra bu nasıl bir gürültü böyle sabah sabah ve nereden geliyor, hangi komşu bina bizi terk ediyor diye kalktım pencereye... Meğer arkamızdaki binaymış! İnsan kabullenmek istemiyor. O da bizimki gibi 30 yıllık, 4 katlı tipik apartman binalarından... Bir sürü penceresi olan, zamanının estetiğini vefayla taşıyan (yerlere kadar pencereleri var- şimdi pek moda her yer Fransız pencere dolu ama bununki kadar geniş ve sempatik değil işte hiç biri!) bir binacık işte... Kırılan cam sesleri, tok gürültüler... Her oktavdan ses mevcut. Gürültüye mi yanayım, bir türdeşimizin gittiğine mi.

Böyle işte bu sabah da... Minik kuşu uyandırayım da onla kendimizi dışarı atalım!

Perşembe, Mart 29, 2012

Eh başardık, Baharı getirdik:)
Sabahları risk alınarak ceket/montsuz çıkılıyor minik kuşu okula bırakmaya..
Taze bakla, çağla ve en muhteşemi taze sarımsak çıktı!
Bilgisayardan kafamı kaldırınca bakıyorum ki hala aydınlık
Servisten erken inip daha da çok yürüyesim var eve
Sabah havada güzel bir esinti eşliğinde taze bir bahar kokusu da var..
Mimoza ağaçları bu sene bana çok göründüler, şimdiye kadar neden saklanmışlar ki
Evde nerdeyse her pencereyi açıp da çıkıyorum sabahları! Yumak da pek mutlu o sebepten
Daha çok müzik dinliyorum!
Gel de tez izleme komitesine rapor yaz bu havada.. tabi çıkıp sokakta yazılacak, başka yolu yok... ABD dönüşü şöyle açık, büyükçe bir balkonu olan bir eve taşınacağım (benimkiler hep kapalı) ve o balkona bakan pencere ve kapılara şarap ya da portakal rengi tül perdeler asacağım. demirlerin içine de ful sakız sardunyaları yerleştireceğim, aşağı sarksınlar rengarenk.. Yumak da onların arasında hapşurup dursun!
Buraya yazıyorum!
sevgiler:)

Pazar, Mart 11, 2012

Biliyor musunuz..

Biliyor musunuz, benim tecrübe ile sabir bir bildiğim var:

Canımı sıkan her neyse karşımda güzellikle dinleyen birini bulup da onla paylaştığımda sözlerimi hep olumlu ve dile getirdiğim sıkıntıyı bir güzel pansumanlayarak, sarmalayarak bırakmış olmamdır. Yani, olayımla barışırım; onu günüme katarım, nerdeyse içimden bir şarkısını bile yakarım! Anlatmak, paylaşmak gibisi var mı?

Siz de deneyin, tüm bildiklerinizi, hislerinizi derli toplu bir dosta anlatırken, sonlarına doğru çözülmüş olur düğümler.

Evet, ne olmuş, sahildeki koşucuma tüm cesaretimi toplayıp salak bir laf ettiğimde gayet müstehzi bir gülüşle kısa bir cevap verip gitmesi, havaların bir türlü düzelmemesi, ki bu Mehtap Hanımcığımızın diyetini de bir nevi anlamsız kılan bir olay çünkü istiyorum ki artıl hafifleyeyeyim, tek kat giyindiğim günler gelsin ve üstümden kalkanlar sadece kaban, hırka olmasın.. Sonra oğluş da hastalandı; okuldaki sınav silsilesinin ardından biraz yorgun düşerek. canlarım yaa, yazık bu bebişlere! Cuma günü Teo'yu okulunda kontrole gittiğimde bir veli daha bekliyordu, oğlu geldi ve daha koridorda annesine çığlıklar atarak- muhtemelen o da hastaydı, eve gidecekti yemekten sonra, nitekim de gitti- "anne sosyal berbat geçti, 2 bile alabilirimmm" diye geldi.. annecik de "önemli değil canım, sonrakinde düzeltirsin" deyip giydirip götürdü öğrenciyi :) Bu benim de Teo'ya deyip durduğum şey. Takma kafana, beraber çalışırız, seni sınava alırım, kendine güven, bana güven, vs. Valla bu çocukların akademik streisne ayrı bir yazı gerekli. Ya seneye şu acaip yerleştirme sınavına girecek olanlar? hadi biz ABD'deyiz..Offf.. Benim bünyeme aykırı şeyler bunlar. Hiç bir sınava da düzgün çalışabilmişliğim olmadı şimdiye kadar, Allah biliyor da bizi ayırdı o işten diyorum! Neyse..

İşte Teo'cuğum öyle hastalandı. Judoyu da aksattık yine. Kuşağı kaptık ama sonrası yalan oldu! Vallahi daha yaacağım kafamı bozan başka şeyler de vardı ama bakın unuttum bile! Yazdıklarım yıkanan ve bloga kurumaya asılanlar olsun.. Yazmadıklarım demek daha bir-iki sefer idare eder!

Sevgiler:)

Pazartesi, Şubat 27, 2012

Karışınca

Keşke hayatta pek çok şeyi karıştırdığımızı fark ettiğimizde içine vanilya, şeker, portakal kabuğu, tarçın, yaban mersini, badem, fındık, yer fıstığı da atıp fırına verip bunlardan kurabiye çıkarsak!

pfpfpfpffffff!
hayırlısı bakalım!


bunlar başka karışım.. baston cinleri!
asli adı bastonçini al cumino olup, pek sevdiğimiz İtalyan Aşkı kitabından yapılmıştır.. öyle her önüne geleni karıştırarak yapımamıştır elbet, en sevimli malzemelerinin başında lor peyniri ve bol kimyon bulunmakadır ve artık pastaneden baton alma dönemi sona ermiştir!
sevgiler :)
(ben hala her şeye şeker ve vanilya katabilme hayalleri içindeyim ama!)

Çarşamba, Şubat 15, 2012

14 Şubat'ın kerametine erdim..

Şöyle ki, nice 14 Şubattır ilk defa şöyle bir şey oldu (aslında ilk):

Gün zorlu geçecek fikriyle ve daha sabah 7'den beri duyduğum aşırı yorgunluk nedeniyle (ve akşam da eve uğramadan doğrudan annemlere gidebilmek için) Cadde'den bindiğim servise kadar arabayla gidip, arabayı paralel sokağa park ettim. Puslu, soğuk havada Cadde'ye kadar bu düşüncelerle yürürken, tam da kahvecinin köşesinden caddeye inmişken, ... Aaaa.. Bugün 14 Şubat! Sevgililer Günü! Ay ne güzel! İçim açıldı birden.Bir neşe, rahatlık, o soğuk, puslu sabahta bir gevşeme hissettim, muhtemelen kış düşüncesinden artık daralmış, büzüşmüş bedenimde.. Neden kendime olumsuz pay çıkarayım ki bu iyi niyetli günden? Neden toplumsal eleştiri derdime malzeme edeyim? Ha yılbaşı pazarından sonra buna sarmaya başlıyorlar. Evet! Sarsınlar.. Herkes zaten her an tüketmiyor mu? Efendim, sevgililer ayrıca tüketme halindeler bu günü; sevgililik haline garezi olanlar ayrıca tüketme modunda.. Tüketsinler?

Sevgiye ayrılmış bir gün bu. İnsanlar sevginin pek çok farklı yaşamının olduğunu bilirler tabi ki, ama sevgilinin sevgisi hep ayrı bir şeydir. Olsun?

Sevgiye ya da sevgiliye ayrılmış bu günü kutlayanlar olmasaydı ne olacaktı? Etrafta yaşanan o heyecan güzel, bu kesin. Ben bunu takdir etmeyi ve şükran duymayı öğrendim. Sanki tatilde yabancı bir ülkeye gitmişim de orada güzel bir yerel festival yakalamışım gibi bir his bu.. Etrafta olan, o gün hayatı sarmalayan bir his bu. Bence çok güzel!
İyi ki varsınız aşıklar:) Ve tabi ki, iyi ki varsın ey AŞK!
:)

Çarşamba, Şubat 08, 2012

evin kokusu

evim şu an  nasıl kokuyor...
bu yandaki şaheserler bir atmasyon hamur işi. Teo okuldan dönünce illa sütüyle bir şeyler yiyecek.
benimse sabah sabah kafam hafif bozuk ve boş olduğundan soluğu mutfakta aldım. hava berbat, tarife gerek yok. sabah sahile indim, atkı vs bırakmak için bahsettiğim hanıma. ne yazık ki dün sabah bot bırakacağını söyleyen kişi uğramamış.. olsun, ne yapalım. bulacağız bot bir yerlerden..
arabamda Brecht okudum 1 saat. ayaklarım donunca da döndüm. bu havada sahilde hala koşan ve yürüyen insanları görünce insan denen varlığa hayretim ve hayranlığım tazelendi! Seviyorum bizi!!

şu an evim nasıl kokuyor biliyor musunuz:))
öyle bir koku ki, bütün yalnızlık, zorluk, yoksunluk duygularını önüne katıp gönderen bir koku bu! Mutluluk ve sıcaklık kokuyor evim bu atmasyon cookieler sayesinde..
içinde ne yok ki.. yulaf unundan limon kabuğuna.. Mısır Çarşısından alıp da şu an adını hatırlayamadığım acaip ekşi minik üzümlere kadar.. yaban mersini mi acaba?
bir de kahvemi alıp masama oturduğumda basan bir Yumak efendi:

"burada ben bir şeyler mi kaçırıyorum yoksaa?? Nolamaz bensiz olmazzz"
:)

Pazartesi, Şubat 06, 2012

Offf Yine soğuyor havalar:(

(FOTO:Ann Albers)

Evet! Ne güzel hayat normale dönüyordu? her sabah aynı güzel şeyleri yaparak akıp gidecektik? çarşamba fırtına geliyormuş. Bugün de öğlen vakti döndü hava. Ben sahildeki kafelerden birinde oturuyordum, güzelce kabanımı şapkamı çıkarmış çalışırken yarım saat içinde değişiverdi hava, sanırım saat 12 civarında. Tabi ki içeri kaçtım..

Bu hava değişimi hayata muhalefet yaratmasın lütfen. Sabahları nasıl yürürüm sonra?
Bakın bu sabah biriyle tanıştım. Aslnda tanışmadım, yani adını hala bilmiyorum. Sahildeki belediye plajınıın hemen girişindeki bir kabinde yaşayan bir hanım var. Ona geçtiğimiz haftayı nasıl geçirdiğini sordum, o berbat havaları! O fırtınada plajdaki bir güvenlik kabininde olduğunuzu düşünebiliyor musunuz? Fırtınanın ilk çıktığı gece salon camlarım aşağı iner mi diye korktuğumu hatırlıyorum da! Bu hanım denize 5 m. uzaklıkta ve aynı seviyedeki kübik kabinde geçirdi o fırtınayı.. aklım almıyor!  Bilmiyorum, acaba başka bir yerde miydi?

Fakat, o minik kabinin içini görecektiniz!yarısı yatağı zaten.. bir minik piknik tüp. orta boy bir akvaryum! içi, seçebildiğim kadarıyla kırmızı balık dolu:) yatağının üstünde bir kedicik ve bir de kıvırcık, güzelim bir fino sahiplenmiş; bakın onun adını öğrendim: Tina! o da çok tatlı  bir köpek.. kabinin yanında da minik bir bahçe yapmış, domatesleri falan var!

Beni kabnine davet etmesinin sebebi bu havaları nasıl geçirdiğini, bir ihtiyacı olup olmadığını sormam oldu sanırım. Pek beklemiyordu ama sevindi, anlattı.. Sonra ben de hatırladım, köşklerden birinin duvarının dibinde ağaçların altında bu hanımı görüyordum. Sanki bira içiyordu gibi hatırlıyorum ama emin değilim.. Muhtemelen polisler veya belediye ona bu büyükçe kabini verdiler ve o da işte şimdi bana sıcacık görünen bu minik evini yaptı.. Sahildeki umumi WC'yi kullanıyor, biliyorum, daha evvel de gördüm bu hanımı defalarca ama bu havaları nasıl atlattığını merak edene kadar konuşmamıştım.

bana bir kaç ihtiyacını söyledi. Arkadaşlarıma e-mail yolladım ve hemen cevap geldi, sağolsunlar.. Bakalım bu nasıl bir bağ olacak.. Sizinle de paylaşırım,
sevgilerle:)

Cumartesi, Şubat 04, 2012

Yarın sabah

Birazdan çıkacağım. Bölümümüzün aramızdan ayrılan iki değerliler değerlisi, tontonlar tontonu hocasını uğurlama yemeği bu. Moda'ya gideceğim. Trafiği hesaba katarak 15 dakikaya çıkmalı.. Aman renk olsun ne olur diyerek geçen hafta Zeynepcimle aldığım gül kurusu-açık kahve çizgili zarif hırkamı da dolaptan çkarıp tedavüle sokuyor olmaktan da pek memnunum.. Bu iyi bir yöntem, bir yeni kıyafeti ilk giyişte ona tepkili olup kendimi rahat hissetmediğim için her yere bir süre giymem gerekecek bunu şimdi.. Neyse. Herkesin bir antikalığı var, bu da benimki. Yeni şeyler alerjik benim bünyeme..

Ama asıl önemli olan yarın sabah yürüyüşüme çıkacağım! Tatil ve havadan ötürü 2 haftadır yürüyemiyorum ve kendimi pörsümüş hissediyorum.. Ve yorgun ve bitkin.. Ve tabi ki koşucumu da özledim :) Bana şans dileyin:))
sevgiler,

Salı, Ocak 31, 2012

buraya yazıla

İnsanın içine bir şeyin sıkıntısı düştüğünde iki şey yapabilir:
Ya o şeye mesai harcar, içine girer, ilgili duyguları, düşünceleri, takıntıları yaşar, içlerinde döner durur, ya da hayatına devam eder. Ama sanmayın ki bu haller onu o zaman terk eder. Etmezler. Bu arada bu yapılan hayata devam etme de değildir, buna hayatını çekiştire çekiştire sürüklemek denebilir belki. Çünkü hayat ağırlaşmıştır. İnsancığın benliğinin irice bir kısmı belli bir köşede kalakalmıştır. Orada takılmıştır. Belki zincirlenmiştir o noktaya; hayatının uğursuzluğa dönüşmüş o zavallı kısmı yensin bitsin istemektedir belki. Kalanı ile devam etmeye razıdır. Küçücük kalan parçası ile.

Neden o uğursuzluk kuşlarına benliğimizin bu kadar büyük kısmını yem ederiz ki? Etmem diyenler devam edenler sanırım. Ona mı yedireceğim kendimi? Eşeğin ayağını yesin! Devam ederiz. Devam ederken bu uğursuzluklar ne yaparlar? Ne yerler ne içerler bizi yiyemeyeceklerse? Belki usturuplu şekillerde bize dadanmaya devam ederler.. dertlerini daha uslu şekillerde anlatmaya çalışırlar? Yani Promete'nin karaciğerini paralayan yırtıcı kuşlar gibi değil de, mebusluğa intikal etmiş anarşistler gibi yol yordam takibi ile dadanırlar belki? İşte önerge verirler, sunum falan yaparar, söz alır, soru sorar, diyalog kurarlar belki? E tamam, o zaman biz de dinleyebiliriz bu uğursuzluk kuşlarını.. Tanıtsınlar bize kendilerini, kimlermiş, nerden gelmişler, ne zamandır kapımızdalarmış, başta belki iyi olan niyeteri nasıl dönüşmüş de gözleri dönmüş.. Diyalog yani. Efendi şekilde gelip kendilerini tanıtmadan kimseye kulak vermeyelim. Ne içerdekilere, ne de dışardakilere!

Bu uğursuz duygu/düşünce/insana karşı takınılabilecek tek insanca tavır!
sevgiyle:) 

Salı, Ocak 17, 2012

Böyle olmayacak

Yok, olamayacak gerçekten. Sahilden ayrılmak istemiyorum. Artık 25 yıl gerimde kalması gereken bu ergenlik hallerim de beni şaşırtmıyor, ben ebedi ergenim, anladım. Hayatımdaki tüm değişiklikleri bu konfigurasyona bağlı kalabilmek için yapmışım galiba!
Yahu biriyle sahiden sadece toplamda iki defa 5-6 saniye bakışabilmek için yürüyüşlerimi 2'den 4'e çıkardığıma inanamıyorum.. Yani toplamda 15-20 saniye. Kendime pes ediyorum yine. Ayrıca bu bir tür taciz gibi. Artık yolumu değiştirmeliyim. Buna gerek yok.
Ama biliyorum ki böyle kararlar aldığımda ben çoktaan düşmüşümdür.. Siz anlayın neye düştüğümü. Geçer inşallah sağlıkla.

Çarşamba, Ocak 04, 2012

Sanki bir şeyleri öğrenme ya da fark etme arefesindeyim..
İnsan bazı duygularını fark edebilir, ya da onları sadece yaşar. Bu derece derinden etkilenerek yıllarca yaşanmış olan duyguların bir noktada farkına varılması ve dışına çıkıp oradan da bakılabileceğinin fark edilmesi etkileyici bir keşif gibi.. Aklıma John .Keats geliyor. .Keats duygunun kendini sarmasından değil, onu işgal etmesinden, ele geçirmesinden bahseder. Şiir bunu vermelidir. Ben ne kadar iyi anlıyorum bu nahif şairi kendimce.. Bu kadar kuvvetli yaşayan varsa duygularını bilir; bunlar insana diz çöktürecek güçtedir. Bir kere uyandılar mı içinizde yüzlerce at koşturmaya başlar tozu toprağa katarak.. Sizi dinlemez, önüne katar görürür, bir yere bırakır. Bilemezsiniz kendinizi nerede bulacağınızı. Sizi bıraktıkları yerden önce inmeniz de imkansızdır; bir kaçırdıysanız bu yabani kısrak sürüsünü, üzerlerine binip yelelerinin arasında uçuşma şansını da kaybedersiniz.. Çoğu zaman sizi nereye kaçırdıklarını bilmeden, sadece bu yolculuğu yaşamak adına biz insanlar bineriz kulak veriririz bu yaban sürüsünün çağrısına ve atlarız bu görkemli, güçlü vasıtaların sırtına. Öyledir. İşte .Keats bunu bilir. O güçlü tarafımız karşısında savunmasız kalacağımızı bilir. Böyle olmalıdır da..
Buraya bu süreci fark edip bu yaban sürüsünü ehlileştirmekle ilgili yazacaktım. Ama hayır.. Bu mümkün mü değil mi bilmiyorum açıkçası, ama mümkünse de ben buna yanaşmayacağım, onu biliyorum. Seviyorum duygularımı ve tutkularımı. Boyasınlar hayatımı dilekdikleri renge. Başucuma asacağım. Farkındalığı reddetme kararım..
Siz de sahip çıkın ve her çağrıya kulak verin.
sevgiler:)