Pazar, Nisan 11, 2010

siz de kafasının içinde bir sürü şeyle yaşayanlardan mısınız? hatta orası o kadar kalabalık ki, günlük hayatınızı da ketler mi oluyor? işlerin tam ortasında durakalıp, 'ben ne yapıyorum burada' dediğiniz oluyor mu.... bunlar ne belirtisi acaba?

neyse ne.. kendini hayata verememenin 1000 tane sebebi olabilir, illa ki patalojik sebep aramak mı lazım? aman tanrım, biz de aydınlanma mı yaşıyoruz yoksa? her gıcık derdin bir bilimsel tarafını da yoklamak alışkanlık mı oldu? bilim popülerleşti mi ne? tabi ki.. onca dergi, onca akademik ilkokul, onca seminer, onca popüler bilim kitabı, onca popüler doktorun bilgilerini kafanıza vurduğu sağlık kitabı.. bırakalım lütfen. hepimiz nevroz modundayız. bunları bilsek  ne olacak? bunca iş güç içinde bir de yoğurt mayalıyoruz akşamları yatmadan.. neymiş, endüstriyel üretim ölçekleri ve firmaların kar maksimizasyonu takıntısı gıdaların güvenilirliğini paranoyak medeni insan gözünde neredeyse sıfıra indirmiş.. eh bir de buna kaybolan geleneklerimiz, vah aile değerleri, vah evde pişirilen yemeklere ne oldu.. anneannemiz ocak başında yemekle beraber pişerdi, vah vah.. yahu ne oluyor? iyi miyiz? kafamızı evde toplayamayacak mıyız? bir parça huzur için hep dışarı mı atacağız kendimizi?

ben bu konuda inatçıyım. evimle helalleşmeden dışarda da keyfim olmuyor genelde. yani gözüm çok kararmamışsa.. hayatı fazla karmaşıklaştırmıyor muyuz? listelerle yaşıyoruz..

bugünlük bu kadar benden, aman aklınıza mukayyet olun!  :)

Çarşamba, Nisan 07, 2010

evet. evet, başardım başına oturup blogumu açmayı. pfff! (bunun Türkçesi var mı?)
yazacak çok şey var. hatta artık gün içinde bir şey yaşadığımda bunu yazmalıyım diyorum. ama ertesi sabah kalktığımda aklımdan çoktaan çıkmış oluyor. bu aralar çok mu hızlandı hayat ne? bahar mevsimine karışıyoruz.. kan basıncımız, duyularımız.. sabah 7.30'da oğlumun beslenmesini hazırlamak için girdiğim mutfağımın penceresini açtığımda şeker gibi tatlı bir hava yüzüme çarpıyor. şekerin hava hali! Keats'in kinestetik algılama halini anlıyorum böylece! halbuki hayal etmek ne zordur bir tada koku halindeyken ulaşmayı.. neyse, geçelim.

tiyatro festivali geliyor. herhalde hiç gidemeyeceğim! biletler tükenecek. ne kötü! ben ki tiyatro izlenimlerimi paylaşacağım- hem Türkçe hem İngilizce bir blog kararı almıştım geçen doğum günümde- ki şurada 1.5 ay kaldı, ben aça aça bu blogu açtım! ama pes etmek yok, onu da yapacağım. bak, cafefernando.com ne güzel tam zamanlı blog yazarı olma kararı almış: alkış! destek! muhakkak sitesine bakmalısınız, gerçekten kaliteli ve samimi, ince bir emek söz konusu orada!

aslında, hayat benim çok enerjimi ve dikkatimi çeliyor. bunu nasıl azaltabilirim acaba? bir tür sorumluluk duyugusu ve sahiplenme mi acaba? evet, muhtemelen. yani eskiden bu daha yüksek oranlardaydı, şimdi daha bir kendi işime bakar oldum. büyüyorum galiba. 40 yaşıma geliyorum, 25 mayısta 1 senem kalacak! 40'larımdan gayet ümitliyim ama!

ben ne diyecektim?
neyse, benim Jameson-Lukacs-Brecht üçgenine dönmem lazım, cumaya teslim bir yazıyı bitirmem için! lütfen bana şans dileyin, çünkü bu yazı benim ilk bilimsel makalem olacak yayınlanınca- şimdiye kadar hep popüler yayınlara yazdım. açıkçası onları yine tercih ederim, ama bu bilimsel makaleler akademik kariyer için gerekli. ayrıca sonra popüler organlar için bir sürü görüş ve materyal de birikmiş oluyor. hem bu akademik yayınları kim okur ki? pöh! çok sıkıcı...

bugünlük bu kadar olsun, sizi seviyorum- her kimseniz! içimden geldi..  :))