Cuma, Mart 26, 2010

merhabalar..
evet, bu sanal ortamda ben küçük harf kullanıyorum, çünkü bana çok gayrıresmi geliyor bu ortam, şekle çok önem vermeye gerek yokmuş gibi..

şu an içim burkuluyor.. oğlumun okul meselesinden ötürü. bugün burs olanağı vardır diye gidip 2 saatlik tanıtım toplantısına katılığımız okulun ilk girişte bursu olmadığını öğrendik. keşke telefon edip sorsaydık.. çok mu etkilendim okuldan? hayır aslında.. öğrenci temsilcileri çok mu etkileyiciydi? hayır.. okulda olup biten eğitim öğretim olayları yöntemleri mi beni etkiledi? sanırım evet. tabi ki. oğlumun o imkanlardan faydalanarak okuyabilmesini hayal ettim  . bir taraftan da tabi ki bunun doğal bir eğitim ortamı olmadığını kabul ederek. çünkü yaygın değil. keşke olabilseydi. galiba içim en çok buna acıdı. ben yılda 25 bin tl civar para verip oraya gönderebilsem bile.. ne bileyim insanın içine bir şeyler oturuyor işte. ülkesi için üzülüyor insan. her okulun  neden bir kütüphanesi, spor salonu olamasın diye.. o kadar çok şey geliyor ki aklıma.. hangisini savıp hangisine kafa yormalı şaşırıyor insan.. biz idealist takımı böyleyiz değil mi..kişisel meseleden ülke meselesine zıplayıverdiğimin de farkındayım!

oğlum çok önemli bir tespitle düşüncelerimin arasına daldı: 8 dk daha gecikirlerse pizzayı bedavaya alacağız!!
:)) dağılın kara bulutlar, bedava pizza geliyooooorr ...derken son 4 dakikanın içinde geldi:)
Allah bütün çocuklarımıza zihin açıklığı ve temiz, güzel bir gelecek versin ..

Çarşamba, Mart 24, 2010

-ken bailey-
..sağolsun yardımcım ilk haftasında banyo bataryasının icabına baktı :) nasıl mümkün olabilir, bir alete elini atıp kırmak? aslında sanırım mümkün, benim de bu konuda bir hatıram var: oğluşum yeni doğduğunda babasının işyerinden arkadaşları ziyarete gelmişti. ben de artık nasıl bir ruh halinde idiysem, güvenlik görevlisi arkadaşın güzelim çekmeli müzikli palyaço oyuncağının çekme ipine bir kol kuvvetiyle asılıp, tak diye kırıvermiştim! adamın yüz ifadesi gözümün önünden gitmez hala.. ama ben gerçekten sevmiştim o oyuncağı! :) acaba böyle bir durum mu oldu?

neyse, bu yaklaşık 1 ay önce oluyor, ve kadıncağıza da ibret mi olsun diye nedir, bir türlü tamir ettiremiyorum. aslında bu aralar bütçem yine çok daraldı, devamlı yapılacaklar listesinde tamir işleri arka sırayı boylayıp duruyor.. nasıl bir yanılma! halbuki artema'nın web sitesinden yetkili servisler bulunup, telefon edileli en az 3 hafta oluyor. neyse, geçen cuma galiba "sinir işler" günü olacakmış, bir sürü aradan çıkarılacak şeyle beraber buna da el atabildim, gittim, buldum o daha evvel sinir bozucu şekilde kaybolup durduğum sokaklar arasındaki dükkanı! Evet, bu ikinci gidişim, evvelinde de kişisel bir krizini benim evimde geçiren çok sevdiğim bir hocam sabah duşunda aynı bataryanın sıcak tarafını kırmıştı- o da yaklaşık 2-3 ay öyle kalakalmıştı.. tabi bu kalma dönemi benim "insanlar nasıl başkalarının aletlerini kırabiliyor" tepkimle geçmişti. evet, tepki hallerini terk edip işe koyulmayı öğreniyorum artık! :) işte o dönemden tanıdık olan dükkanı tekrar buldum, girdim, ama bu defa da parça yok! şu dükkana gidin.. gidemem, kaybolurum!.. tarif ederiz, fikirtepe'de şurada şurada.. göztepe benzinciye göre tarif edin.. yok, alakası yok, kaybolursunuz, e-5'ten girin.. olmaz, bulamam, kaybolurum, buraya getirsinler.. boş boş suratıma bakışlar.. neyse ki masanın arkasındaki kız, "tamam efendim, buradan alırsınız, 1 güne gelir, telefonunuzu alayım", ah, sağol valla.. süper.. buradan nasıl caddeye çıkılıyor?? :))

dün aldım, baktım evvelsi gibi karmaşık da değil, usta çağırmaya gerek yok. artema da sağolsun, işçilik 27 tl istiyor! yok deve, kusura bakmayın.. parça 15 tl zaten. üstelik eldeki parçalara baktıklarında, gördük ki hepsinin iç mekanızmasını vermişler, musluğun dışı kalmış, bana sadece içini de satmıyorlar! bu yüzsüz ifademin ardından kız da bana "10 tl verin yeter" deyinece, evet, evet ilahi adalet var, var...var!

eve geldim, takıverdim kendim! ustaya vereceğim parayla da oğluşuma barış büfeden bir dönerli dürüm-ayran, kendime de bir elma-havuç suyu ısmarladım...iyi gün diye buna derim!

Pazar, Mart 14, 2010


Bu nasıl bir hava böyle? Kışa veda ediyoruz derken herkes gafil avlanıyor- öksüren, hapşıran, burun çeken gırla.. O nasıl bir rüzgar öyle? örme beremi tüm kış güzel güzel giydim, melon şapkama gerek duymadan, martın çalımını yiyiverdim. Burnum tıkalı.. Burnun etrafına, üstüne dokunduğumda pırt pırt ediyor.. Çok komik geliyor bir taraftan da. Oyuncağı olmayan çocuklar elleri ayakları ile oynar ya, benimki de o hesap galiba :)
Elleri ayakları ile oynayıp kafasını, gönlünü hoş eden bir çocuk olabilsem ne güzel olur. Gerçi bu hala etkili bir yöntem, o kadar büyümüş de değilim. 38 çok da büyük bir yaş değil! Sorumlulukların insanın belini bükebileceği bir yaş.. Ya da korkuların, beklentilerin.. Bugün çocukluk arkadaşım kızı ile geldi, caddeye çıktık, sonra geldik bizde oturduk.. Okul meselelerini konuştuk çocukların. Gözüm korktu. Benim oğlum 11 yaşında ve seneye malum şu acaip sınav koşturmacasının içine o da girecek. Bu mesele bizzat beni bastığı için ona nasıl bu süreci normalleştireceğimi, çekilir hale getirebileceğimi bilemiyorum. Aslında, çoğu zaman kendime kızıyorum, bir derlenip yurt dışında iş bulamadın, bir düzgün başvuru yapamadın diye.. Ne olacaktı o zaman? benim böye acaip bir huyum var: tembelliğimi inançsızlığımla- şüpheciliğimle örtmeye çalışırım. Çok kötü.. Neyse.
Yani benim oğlum, seneye hangi okulda olacak? Diyelim ki o okula girdi, oraya alışmaya çalışırken daha, o acaip sınav silsilesi başlayacak.. Akademik başarısını bu etkileyecek. zaten daha şimdiden bozuk çalıyor, okul neden değişiyor ki diye.. haklı çocuk. Ben de o sınavlara neden girdiğimi hiç anlamamıştım. Babamın inadından sadece 2 okul yazılmıştı: Kadıköy Anadolu ve Üsküdar Amerikan. İkisi de olmadı ve ben 2 hafta Erenköy Kız Lisesi'ne gittim, sonra rahmetli dedem gazete ilanında benmm okulun kontenjan duyurusunu gördü de orada devam ettim.. Işık. Oğlum da öyle iyi bir okula girsin istiyorum doğal olarak.. Ama sınav sonucuna annem nasıl bozulmuş, üzülmüştü..herkes karalar bağlamıştı ama benimle konuşan yok! ben de dedim ki herhalde çok kötü oldu bu, bunu kendimce ifade edeyim, sonuçtaki sorumluluğumu üstleneyim; aldım etrafta elime geçen kağıt parçalarını, koydum aralarına karbon kopya kağıdını, yazdım.. Neler yazdım? İşte, "ben çok aptal ve tembel bir çocuğum.. başaramadım.. herkesin üzülmesine sebep oldum.. üzgünüm " gibi şeyler. Bu kağıtları da evin çeşitli köşelerine özenle yerleştirdim. E, malum, bulunca duygusal anar falan filan.. Ama duygu sömürüsü için değildi .. Sorumluluk almıştım kendimce! Birileri belki daha iyi sınav oryantasyonu yapsaydı, sorumluluğu çalışrken alır daha önceden bir yerlere girerdim, ama işte aynı hesap; iyi bir okula girdim nihayetinde.. :)
Umarım oğlum da başarır, talihi ve aklı yardım eder..
Daha yazacak o kadar çok şey var ki.. Ama çok yoğun bir gündü ve sırtım hesap sormaya başladı bile.
Göürşürüz :)

Çarşamba, Mart 10, 2010


Evet, buraya akşamları bir şeyler yazmak insanı rahatlatıyor. Artık gece çökünce nasıl rahatlayacağımızı, nasl dinlenebileceğimizi bile hayal eder olduk galiba. İşte, cevap bu yazma işinin içinde gizli: Siz de açın bir blog, nasılsa uzuuuun bir süre kimse sizdenhaberdar olmayacak, ta ki birilerine dayanamayıp bir cuma gecesi sofrasında, ikinci kadehinizi yudumlarken, aman bu güzel insanlardan gizli şey mi olurmuş diyerek masaya bomba gibi blog haberinizi düşürene kadar! Eh, tabi sonra hangisine yanarsınız, psikiyatr koltuğundaymışcasına rahat rahat yazdığınız blogunuzun yanına yeni ir gizli blog açma gereğine mi, yoksa hala sizi kimsenin takip etmiyor olmasına mı? Çetin ikilemler bunlar! :)
Önemi yok, benim kimseye bir şey söylemeye niyetim de yok.. Valla bulursa tribünlere yazmaktan korkarım, başka bir şeyden değil! Gün içinde etrafımızdakilerin ekmeğine yeterince yağ ve bal sürüyoruz, burada sirke satmaya kararlıyım ben!
Şaka şaka.. Keskin sirke her yara zarar.
Nasıl koşturmacalı bir gün.. Evden de pek dışarı çıkmamış olmama rağmen. Koşturmacası şuydu: Aklımdakilere yetiştim! Hepsi de evle ilgiliymiş. Yürüyüşümü de yaptım. Hatta dün yaptığım quizleri okurken dışarda çayımı içtim. Sınav kağıdı okumak eve göre bir etkinlik değil kesinlikle. Muhakkak dışarı çıkılır. Evde sadece güzel şeyer okunur ve seyredilir ve dinlenir! O kadar.. Sınav kağıtlarının bu acaipliğinden kendimi de sorumlu tutsam iyi olur belki de.. hayır hayır.. Bir de onun sorumluluğu mu? Kalsın. hmmm.. Belki de bunu düşünmek gerek.. Dertlere yenilerini eklemek..
Bugün neden ekstradan yorunum? pınar hanımın kargosu geldi tabii. Anında yerleştirilecek, temizlenecek. Bu maceram yeni. Daha dört haftalık..Anlatırım.
Bu arada, ben kediye cadılık yapıyorum bazen, oğlumun da tavrı değişti! Bu çok kötü. Nasıl birden insan parlayıveriyor. Yine kendime bir hafta Yumak'ı sevmeme, dokunmama cezası vereceğim anlaşılan...
Picturica oynanacakbu sıkıcı kış akşamında şimdi. Bir de müzik koyarım havamız hemen değişir evde.. ne koysak? Bakalım.
Kaçtım :)

Pazartesi, Mart 08, 2010

..yarın için çantan hazır mı? Ödevler kondu mu? Çantanda gereksiz şeyler taşımıyorsun değil mi? Beslenmeni çıkardın mı? Bir çocuğa bu kadar çok soru aynı anda sorulur mu?

diye düşünürken bir yandan da, şu cevabı alır bu anne: "Anne, daha biliyorsun, ödevimi basmadık!"

Evet, bu çocuk türlü bilgisayar sorunlarını kendisi çözebilen, ödevlerini bir şekilde oraya buraya bakıp kendisi kotaran (internet ortamında araştırma yapmanın kurallarını da öğrendi galiba- ödev sitelerine bakmaması gerektiğini biliyor - ama daha Wikipedia'nın önünü alamadım!) bir 11 yaş çocuğu olarak, hala yazıcıyı bana kullandırıyor- illa benim elim değmeli sanırım. Ne yapmalı? Kızmalı mı? Saat 20.53 itibarıyla ne şekilde dinlenebileceği konusunda beynini dahi zor toplayan bir anne olarak, hayır diyorum yine de! Çünkü, bunları buraya yazınca aslında ne kadar şahane olduğunu fark ediyorum. Bunları 2 hafta ya da ay ya da yıl sonra okuyunca şefkatle iç geçireceğimi bildiğim için.. İyi ki var bu minikler hayatımızda! hepsini çok seviyorum!

Annneeee....Canım?.. Printer çalışmıyor!!! Onca şeyi boşuna mı yaptım?? Hıııııııı.. geldim canım..

Perşembe, Mart 04, 2010

BEN DE "BLOGLAMAYA" BAŞLADIM!
TÜRK DİLİNE NELER OLUYOR BÖYLE?!
Hayır, milliyetçi birisi değilim, ama ülkemi ve dilimi seviyorum.. Teknoloji ortamında dilimizi kuralları ile ve güzel tınılarıyla, anlamlı bir şekilde kullanabilmemiz için teknolojiyi bizim yarattığımız günü beklemeyeceğiz umarım!

TÜM BLOGCULAR, BİRLEŞİN, İTHAL İFADE ZİNCİRLERİNİ KIRIN; TDK SÖZLÜKLERİNİZİ BİLGİSAYARLARINIZIN YANINA YERLEŞTİRİN - ama lütfen "tıpkı basım", "yürür çalar" gibi numunelik buluşlara da pek itibar etmeyin :)

Neyse, ne diyordum.. Efendim ben, günün başında ya da sonunda paylaşacak güzel bir çift söz, düşünce, fikir beni bulursa, bunları paylaşmak için buradayım. Genel koşturmacanın içinde, sonunda, başında, arada sırada bu hepimize oluyor - güzel bir duygu bizi buluveriyor işte. Ben bunu Fransız filmlerinde kameranın yakaladığı anlık ışımalara benzetiyorum. Sinema çok iyi bilmem ama Fransız gerçekçilerinin anlık ışımaları olur ya, hani gerçek olan şey karakterlerden, olay örgüsünden, temadan bağımsız olarak bir gün ışığında parlayıverir.. Bağımsız, özgür gerçek. İlişiksiz. Bizim yaşadığımız anlık farkındalıklar da böyle değil mi? İnsanı kaptırıp gittiği yoldan uyandırıveren berreklıklar..

Tabi ki illa böyle yazabileceğim diye bir derdim yok, yazamam da. Benim aklım minik renkli kuşlar gibi daldan dala hoplayıp durur hep. Gerçek ve düş karışıktır hep. Gerçeğe basar, oradan düşe zıplar.. Hep böyle. Ne yapayım, benim aklım böyle.. Doğru düzgün kitap da okuyamam o yüzden. Heyecanlanır, bırakır ortasında hayal kurmaya ya da tasavvur etmeye etmeye başlarım okuduklarımı. Gerçek uçuştur bunlar, kafam çok iyi olur. Neredeyse o beyaz tavşanı da görebilirim! Ama bakın:

Kieslowsky Üçlemesinin ilk filmi Mavi'de Juliette'i cadde üzerinde bir banka oturtur, etrafını ışık huzmeleri kaplamıştır, bol güneş ışığı, öte yandan yaşlı bir hanım- üçlemenin paydasıydı sanırım, Beyaz'ı hatırlayamıyorum - iki büklüm olmuş bedenini doğrultarak şişe kumbarasına şişelerini atar, zar zor.. Juliette, kendini sarmalayan güneş ışınlarının arasında bir kedi gibi gerinir, silkinir ve mahmur edayla etrafına bakınır.

Bu sahnedeki varlık hali bana çok imrenilesi gelir hep.. Tercih işte.

İyi bir şeyler yoksa yazı da yok!

Görüşmek üzere..