Pazar, Kasım 21, 2010

Güzel Yeşil Bursa..

Güzel yeşil Bursa..


Ben bir İstanbullu cahil insanım. O kadar şehre gömülmüş bir hayatım var ki, artık muhteşem İstanbul'um da ancak meafizik uzamını tanır oldum.. Hafif hayattan kopuk; yeni alanlar, uzamlar yaratma sevdası ya da ihtiyacındaki insanlardan.. Bu insanlar bir araya gelse de benzer alanlar yaratabilseler keşke, ne güzel olurdu değil mi? İşte bu imkansız hayal sayesinde tiyatroya sevdalandım ya.. Bu ayrı bir hikaye.

Ne diyorduk, ben bir cahilim. Artık İstanbul'umu dahi görmez olmuşken gözüm, aldım oğlumu Bursa'ya geldim bayram tatilinde.. Bu kopukluğu kırmak, olana bakabilmek - onu görebilmek için... Bursa bunun için biçilmiş kaftan. Ne kadar güzel bir şehir!

Güzelim Uludağ'ın eteklerine kurulu bir biblo şehir buldum burada.. İnişli çıkışlı, yokuşlu, bol dönüşlü- kimi yerine geldik, 'hah dedim, burası tanıdık- Maçka'ya benziyor!' Evet, belki siz benzetmezsiniz ama Kültür Parkınınn orası benziyor bence Maçka'ya.. Çekirge semti. Koza Han'a vuruldum! Orada yarım günümü severek geçiririm- dükkanlara tabi ki bakarım ve bir sürü güzel tekstil ürünü almak isterim ama asıl, avlusundaki o gözalıcı yapının yanında, yakınında bir kedi gibi durup durmak, ona bakmak, hatta sürtünüp durmak isteyebilirim! tabi ki bu sanal aksiyonu civarındaki masalara kurulup kahvemi yudumlarken zihin bedenimle yaparım ancak! Ya da bir performans konusu olabilir mi acaba? Bir tarihi eserin insanda böyle duygular uyandırmasını beden dilinin alanı olan performans uzamına nasıl taşırsınız? Güzel bulduğunuz şeylere dokunmak, dokusunu hissetmek; o güzelliğin anısı beden hafızamda da dursun istemez misiniz? Tıpkı Yeşil Cami de ya da Yeşil Türbe'de olduğu gibi.. O muhteşem yeşilimsi koyu mavilere insan dokunmak da istiyor! Oğlum da bana benziyor galiba, onu da çinilere topacıyla tık tık tıklatıken gördüm.. oğluşum 12 yaşına dayandı ama bunu kendine saklamak için elinden geleni yapıyor! İhtar ederek bir de benim minik kuşun
yapıyla kurduğu ilişkiyi ketlemeseydim! Ah biz sosyal fobili anneler! Zaten duvarlar restore edilmiş-- Nadir tarihi eser olsa herhalde kordonla çevirirlerdi.. Neyse.. İşte anne gelgitleri.

Renkler.. şehir turkuvaz bir şehir olarak kalacak bende.. ve en büyülü tarafı da, nasıl İstanbul'da sokak aralarından takalar- sandallar görünür, gemiler geçer; burada da sokak araları dağ ve ormana açılıyor! Çok etkileyici. Daha aklıma gelecek olan bir sürü imge var. Dağdan inen yolun ucundaki o güzelim Çekirge semti, tarihi dokusu, binaları, eğimli arazisi, içinden akan suyu, üstüne çekilen bir sürü etkileyici köprüsüyle ne kadar büyüleyici ve çekici bir kent olduğunu biliyor mu Bursa? Onca emaneti bağrında saklayan, sırtını o azametli dağa dayamış bir şehir..

Şehirden aklımda net olarak kalacak imgelerden biri de, dalları Trabzon hurması yüklü ağaçlar! İlk iznik'te gözüme çarptı bu ağaçlar, tanıyamadım- halbu ki o kadar çok severim Trabzon hurmasını. Bir ağaç düşünün, gövdesi ve neredeyse bin bir tane diyeceğiniz dalları pek kuru ve cılız görünürken, dalların arası kocaman hurmalarla dolu! Ama nasıl.. Dersiniz ki biri tutmuş, yapraklarını dökmüş, ahı gitmiş vahı kalmış bir ağacı portakallarla süslemiş! Sonra, Bursa'nın içinde de gördüm bu ağaçlardan! Canım hurma istedi. Kimse toplamıyor mu bunları?

Bir de şehrin girişindeki zeytinlikler.. Bunlara zeytinlik denmez sanırım; oralar zeytin ormanı!
Gerçek bir Orta Çağ kenti Bursa! Tarih buna şahittir..

En kısa sürede kendi ulaşım imkanımla gelip, bildiğim her köşesinde uzuun uzun durabilmeyi diliyorum bu kentin..

Perşembe, Kasım 04, 2010

my favourite things...

Ne yazık ki semt pazarımı kaçırıyorum.. Halbuki o şıkıdık caddede inmek yerine üst tarafta Minibüs Caddesinde insem hiç sorun olmayacak! Pancarlarımı da alacağım hem! Ne güzel, pazarın içinden yürüye yürüye eve geleceğim! Bak, Caddede indim, yine şu fazlacana pahalı kahve dükkanında karnımı doyurdum.. Sonra gelsin "indulgence"! Çikolata! Evet, buna pişman değilim, Lindt'in extra creme çikolatasını hararetle tavsiye ediyorum.. Mehtap Hanımıın rejim programına ben de katılayım dediğimin yarım saat sonrasında dev bir sandviç ve böyle bol sütlü bir çikolata! Hayat.. beni daha nelere sürükleyeceksin acaba!


Yumak son günlerde evdeki bütün koltuklarda tırnaklarını biliyor! Üstelik güneş doğduğu andan itibaren buna başlıyor- ve benim odamdaki mobilya ve halılardan! 2 hafta evveline kadar sorun yoktu, ama saatler ayarlandı, şimdi fazladan 1 saat daha uyuyabilecekken Yumak efendi buna izin vermiyor! Evet, bu şu an ciddi bir sorun. Poposuna bir pat atıp salona yolluyorum, hatta kalkabilecek gibiysem balkon kapısını aralıyorum ve ne ilginçtir ki, dışarı çıkıp, cezaya kalkmış yaramaz öğrenciler gibi balkonun en köşesine gidip, katip Bartleby misali o köşeyi saatlerce seyrediyor! Kedim depresyon mu geçiriyor acep? Ve arada sataşıp çağırmalarıma rağmen başını bile çevirip bana bakmıyor! Bu tavrı 1,5 saat kadar sürüyor! Hayırdır inşallah:)

ben bu yazıya neden sevdiğim şeyler dedim? çünkü sevdiğim şeylerin listesini yapacaktım ama araya bunlar girdi. Gerçekten de yazının kendine has bir gücü, yaptırımı ve iktidar alanı var galiba. Geçelim.. Hala konuyu dağıtıyorum, Homeros gibi:)) Günde iki ayrı sınıfa edebiyat eleştirisi tarihi dersi verirseniz olacağı budur.

Sevdiğim şeyleri yavaaş yavaş yazarım.. Şu an pazarı kaçırmanın ve üst caddede inmeme gafletimin suçluluk duygusunu yaşamaya devam edeceğim.. Son kararım.
Kendinize güzel güzel bakın:))