Salı, Aralık 06, 2011

Öncesi sonrası

Merhaba,
Bugün üniversitenin bir tanıtım gezisine katıldım, Florya'da bir okula gittik. İstanbul'un bir ucundan çıkıp, öbürüne gittik!

Okul güzel bir organizasyon yapmıştı, 2 kere 20 dakikalık bölüm tanıtımı yaptık; 12. sınıf öğrencileri de sınıfların arasında koşturup durdular.. Sırtlarında "eventually graduated" yazan son sınıf tişörtleriyle pek tatlılardı.. darısı minik kuşun başına! hepimizin miniklerinin tabi ki:)

Ama beni buraya bir şeyler yazmaya sevk eden şey nedir asıl onu anlatayım: Şimdi, ben topu topu 7 yıldır yüksek öğrenimde hocalık yapıyorum. Uzun zaman denmez buna. Ama, öğrencilerin duruşlarından, bakışlarından nasıl yol alacaklarını anlar oldum. Bugün karşıma dizilen öğrencilerin hangilerinin 3-4 not ortalaması bandında, hangilerinin 2'nin altnda olacağını gördüm! Ama işin eğlenceli tarafı, üniversiteye girip de, "ohh attım kapağı" rehavetine kapılıp ilk 2 yılını o rehavette geçirip ortalamasını yerlerde süründürüp, hocaların zihninde de, "hm, bu nasıl düzeltecek halini, battı balık yan gider" kategorisine düşen öğrencilerin yerleştirme sınavı öncesi hallerini gördüm! Bu arada, rehavetinden silkinip gayet iyi toparlanan öğrenciler her zaman olur, o ayrı mesele.. Ama bazıları vardır ki hocaya bu mesleği neden seçmiş olduğunu tekrar tekrar düşündürürler sağ olsunlar:) Bereket! Bu öğrenciler mesleğimizi ne kadar sevdiğimizi hatırlar bize! İşte derste bir türlü rehavetlerinden uyandıramadığımız bu sevgili öğrencilerimizin "ben hangi üniversiteye gireceğim" telaşlarına tanık olmak pek hoşuma gitti! Hafiften bir haz duygusu! Acısı mı çıktı ne..:)
Affınıza sığınarak, sevgiler:) 

Çarşamba, Kasım 30, 2011

Eşe Dosta Duyurulur...

Amerika'ya gitmeden evvel bir silkelenerek ek bir işe koyulmaya karar verdim. belli mi olur, belki ilerde güzel bir eğitim ortamının temelini atmışımdır? Bir yılı aşkın süredir hocalık yapmıyorum, çünkü üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım, tez yazarken yüküm az olsun diye. Ama meğer sınıfa girip kendi dersini yapmadan olmuyormuş! Hocamın dersine giriyorum gerçi ama aynısı değil..

Her ne kadar asli sebep maddi destek edinmek olsa da, vermeyi tasarladığım derslerin oturup ders planını çıkarmaya başladığıma göre ben bu işe de kendimi kaptıracağım:) Şimdi tek gereken öğrenci bulmak!

Eğer kulağınıza İngilizce özel ders almak isteyen birileri çalınırsa, şurayı aklınıza getirseniz ne güzel olur..
Sevgiler,

Pazar, Kasım 20, 2011

20112011

Bu tarihi kaçırmamak gerek!
Ne kadar dingin, şurup gibi bir gün.. tam bir pazar ve tam bir sonbahar!
Şerbet yerine şurup yazasım var.. Şurup ilacı değil de nedense devayı çağrıştırıyor. Şerbet ise kulağa bile haddinden tatlı geliyor!

Bu sabahım Moda'dan geçti yine ve bu haftasonu iki doz mutluluk almış oldum, Teo'nun judosu sayesinde. Bu semti çok bğeniyorum ve yurtdışı dönüşü burada yaşama hayalim var. Park sorununa rağmen. Ama araba kullanmaktan yılmış biri olarak benim için gayet uygun bir hayal. Erenköy'ün bahçeli güzelim sokaklarına kedisini salamayan biri olarak Yumak'ın tüm gün Moda'da dolanıp akşam bana nağmelerle gezip gördüğü yerleri anlatmasını, Teoman'ın da yakınlardaki güzel okullardan birine yürüyerek gidip gelmesini, haftasonları gazetemi kapıp çayımı kahvemi sokakta içmeyi, vapura yürüyerek inmeyi hayal ediyorum..

Bunu beğenenler lütfen bu hayal dilekçesinin altına imza versinler!

Moda'dan, yapraklarını uzağına salamayan kedili bir sonbahar ağacı!

sevgiler:)  

Cumartesi, Kasım 05, 2011

Durum.. Gribal

Durumum gribal. Evde oturma zamanı. ev oturması için uygun bir gün- bir cumartesi! hani şu aksi takdirde neft yağı sürülmüş gibi ordan oraya koşturacak bir şeyler devamlı bulduğum ve günün sonunda ben bugün ne yaptım ki dediğim gün.

Teo'yu judoya babası götürdü. Ev tüm gün bana kaldı yani.. Birazdan gelir minik kuş ve elimde olmadan, etrafımdaki en ufak kıpırtıyla hareketlenen kafamın içi beni de katar önüne evde dört dönmeye başlarım.. halbuk yapacak iş kalmadı! hatta adetten olmasa da tek başınayken demlikle çay demlendi ve içildi.. Arkadaşım sağolsun, kendi tahin pekmezini öyle bir iştahla etrafındakilerle paylaştı ki dükkanında, telefonun öbür ucundaki bendeniz de ekmekleri kızartıp, dolabın kadim kış tatlısı tahin-pekmezimi çıkarıp içine atmak zorunda kaldım! e çaysız da olmayacağına göre..

Sağlıkla geçirin bu güzel sonbaharı.. yatmayın aşağı gripten, şundan bundan!
Bayramınız kutlu olsun, sağlıcakla..


Pazartesi, Ekim 31, 2011

her zaman daha iyisi mümkün

merhabalar,
buraya bir şeyler yazmak ve rahatlamak için oturdum ama sonra baktım ki bunun daha iyisi mümkün.
içine bakmaktansa güne bakmak daha güzel. dışarı bakmak..
göndermek içindeki zorlukları ve arkalarından bakmamak
ve zamanı geldiğinde sana aydınlık yüzlerini göstermelerini ummak/beklemek..
bazı kararları zamanına bırakmak..
zamanı gelince demek.

işte bu çok daha iyi.
di mi Yumak Beyciğim..

Pazar, Ekim 23, 2011

Bir Pazar günü

Merhaba,
Yine uzun ara oldu ama pek çok yazarımız da benzer bir yazı mahmuruğu içinde.
Sanırım herkes sonbaharın enerjisiyle ahtapot misali 10 işe koyuluyor aynı anda! Kişi kendinden bilir işi.

Bugün güzel, sakin bir pazar benim için. Aslında hiç değil, ama işin astarı dışardan görünmez ya zaten.. Bugün rutinimi kırdım evde yapılacak işler için. rutin, biliyorunuz Teo'cuğumu judoya götürmek ve Moda'da denize karşı bir kahve-çay içmek! tam Pazar ziyafeti bu. Gazete, sükunet, bir iki telefonla hatır sorma haftanın koşturmacasından unutuverdiğin sevdiklerine, önündeki haftayı üşünme, ardındaki haftayı düşünme.. Gökçeada dükkanından zeytin alma.. Judodaki velilerle laflama.. Unutmadan, 3 veliye Dr Seuss kitabı kopyaları vereceğim, bir de Berk'inki var.. Berk arkadaşımın oğlu; bir kaç hafta İngilizce çalıştık onla. Zeytin adını taktım ona; bir zeytin yiyişi var, nasıl hızlı ve ağız sulandırıcı!! tatlı velet.

Rutini kıdık çünkü Teoman'ın içli ve inatçı öksürüğü ben buradayım dedi. Dün gece eski korkular sardı beni. Küçükken kaç kere krup öksürüğünden Kadıköy Şifa'ya gece yarısı taşıdım onu.. O duygular nasıl saklanıyor içimizde ve bedenimizde ve aynen geri dönüp kendilerini dayatabiliyorlar! Çocuk sakin sakin yatarken yatağında gece, ben krup nöbetinin duygusundan nasıl sıyrılacağımı bilemedim. Ama tabi ki artık bize uğramıyor; biz sağlıklı ve iyi gelişen bir çocuğuz, çok şükür!

Rutini ir kırma sebebim de bugün arkadaşımın eşiyle yemeğe geliyor olması. İşler.. Hepsi de keyifle görüldü. Biraz temizlikti, tozdu falan o mesele var şimdi. Bu arkadaşım talihi bir anda en güzel yöne doğru dönmüş ve hayatı güzellikle hafiflemiş çok sevdiğim bir arkadaşım..1994-2012.. Az da zaman geçmemiş..

Güzel enerjisiyle gelen güzel bir gün bu. Her şey rahatlıkla, sırasıyla, kolaycana oluveriyor..

Sevgiler  

Cumartesi, Ekim 08, 2011

Bir yer tasviri..

bazı süreçler insanın en zor bakabildiği taraflarını yüzeye çıkarıyor. o insanı şekilden şekile sokan aynalar gibi. korkular, yetersizlikler, kemirip duran sıkıntılar.. Pandora'nın kutusunun açılışı sanki. nasıl dolduruyoruz o kutuyu düşünüyorum. bir şekilde dolduruyoruz. sonra bizim üzerimize dökülüyor en kırılgan anlarımızda.. kendimizle ilgili sıkıntılar, başkalıyla ilgili sıkıntılar..zor duyguları sıkıştırıp biriktirdiğimiz kutu. kara kutu!

burası bir yer mi bilmiyorum. burası kırılganlık köşesi. elimizde mızırdanıp duran kara kutumuz, belki büyüyecek ve Dr Who'nun telefon klubesi gibi bizi de içine alıp uçup gidecek..
gerisine hayalim yetmedi
sağlıcakla, herşeyin sonu iyi olsun.. iyi sona akıl erdirmek uzun zaman sürse de.
gerçek bize sükunet getirsin..
sevgiler

Cuma, Eylül 30, 2011

ben ne diyorum sen ne diyorsun, şekerim!

bu hayatın güzelliklerine ve anlam gereksinimine dudak bükenlere:

(bendenizden)




Bana hiç yalan gelmiyor bu dünya,

başkasını bilmez ve her şeyi

bu kadar canlı canlı yaşarken.

Diğer dünyaları da gittiğimde değerlendiririm ama

şimdi ve burada olan bütün dünyalara ve hayatlara

değer bana :))



eremedim daha

çiğ geldim çiğ gidicem.

sonra gittiğim yerden

kurtçukları ve larvaları

beni toprak ederken izliycem!!



der misin bana Mevlana, Yunus Emre! ;)



Perşembe, Eylül 29, 2011

Nereden başlamalı diyerek başlamak en iyisi. Hangi ton.. Hangi konu, hangi neşe, hangi sızı..

Çok koşturmacalıı geçti bu ay. Güzel, hem dingin, hem de heyecanlı bir tatilin ardından inanılmaz bir tempopyla geldi bu ay. Okul ve Teo'nun okulu. Bu ikisi hep bir arada koşturuyor beni ve tabi ki kendimi bir arı kovanına düşmüş gibi hissediyorum, aralıksız bir ay boyunca.. Bu arılar arada bana çarpıp beni sokuyorlar tabi. Yetemiyorum pek bir şeye..
Buraya dökmem gereken şeyşer var..Derken:

Süper. Zeynep'ciğim aradı, bulutlarım dağıldı.. Bu yazının da hakkı bu kadarmış:))

10 gün sonra jürim var. Dışarı çıkıp tez önerim üzerinde çalışacağım. Başlangıç başlangıçtır!

Pazartesi, Eylül 19, 2011

anne kurtaran tatlar -2-

Merhabalar, şu ilham perisinin ne zaman omzunuza zıplayacağı hiç belli olmaz sağolsun.. Bugün markette yanından ilk geçişimde "olmaz ki canım, tatlı lor dediğin böyle mi olurmuş ki" dediğim sürülebilir loru sepete yine de atmışım! eve geldim, yiyip duruyorum. Bunu neyle yesem, neyle yesem... hmm.. bal? meyve? hangi ekmek? hmm..pfpfpfpff. olmaz, bunu yiyip duruyorum, tadını alıp orada bırakmak gerek.. bunu nasıl yemeli? beni bu kadar neden cezbetti bu lor? neden buzdolabına bir koyuyorum, kaşığı ya da bıçağı makineye atıyorum ama sonra tekrar loru çıkarıyorum, tekrar temiz kaşık, ...pfpfpfpfff derken, işte: önümde duruyor: bebe bisküvisi! evet. üzerine sür... hmmm, aman ne güzel. üstüne? bal mı marmelat mı? iki deneme de yapıldı: bal! ama daha iyisi meyve! evet işte, bu sayede okuldan alınan To'nun akşam üstü atıştırması olarak bir anne kurtaran tatlı daha icat edildi:



bebe bisküvisi
sürülebilir lor
üstüne meyve : muz/incir/üzüm.. elma gitmeyebilir ama elmanın üstüne doğrudan lor sürülüp onun üstüne bebe bisküvisi yapıştırılabilir!!!! khhhh:))

ay neyse, çok şükür dalgamızı da geçtik
şöyle bir manzara oldu efendim ve fotosunu çekip anne kurtaran tatlılar kategorisine koyma fikri de oğluştan geldi!

Pazar, Eylül 18, 2011

Kıymetli

Nilambara'dan bir cevap bana (çok kıymetli):

Sevgili Misk, galiba en iyisi notr olabilmek, dengede kalabilmek her kosulda... yok farzetmek de icinde kaybolmak da ayni oranda riskli ve faydasiz... yasamak, akmasina izin vermek, izlemek ve bitirmek, tasimadan, ezmeden ezilmeden...


sonucta bizi biz yapan anlar bunlar... degismeden rutin kalan duragan olanin hic faydasi olmaz bize, bu dalgalar bu acilar bu firtinalar bizleri guclendiren... :)

Pazartesi, Ağustos 15, 2011

Anne kurtaran içecekler..:))

Sevgili arkadaşlarımız,

Bu annenin fayda anlayışının bileşkeleri şöyledir:
Pratiklik,
El altında olma hali,
Zaiyat içermeme, yaratmama koşulu,
Yaratıcı olunması,
Sağlıklı (tabi ki) olması,
Ucuz olması,
Mutlu etmesi,
Paylaşılabilir olması,
Tekrar tekrar kolaylıkla yapılabilmesi,
Modifikasyona açık olması..

Bunları demeden geçemedim. yaz içeceğim bunların tamamını tabi ki karşılıyor:
sabah kahvaltısına demlediğiniz çayı siz de gelir gider içer misniz? Kaş'ta tanıdığımız o muhteşem waffleların şefi Timuçin Bey'in dediği bu sabah aklıma takıldığı için - çayı tüm gün içip durduğmu söylediğimde taninden ötürü zehirlendiğimi söylemişti - hemen çayını kenara ayırıp demlikteki çayı ne yapsam ki derken, aklıma bu geldi:

En fantastik bardağa boşalt ki, yaparken eğlen, yaratıcı meleklerin tepene üşüşsün,
İçine elma ve şeftaliyi doldur (doldur derken-her biri yarım- demliğin yarısı kalmıştı çünkü)
bir iki karanfil at,
içmeden evvel bal ve buz ekle...



belki içine soda eklenebilir..

al sana sabah sabah değişik bir iş!

umarım Teoman da sever.:)) 



Cumartesi, Temmuz 30, 2011

Bir arada yaşamak

Sabah kalktım, kafam yine bulanık.. Burs.. Aile.. Babamın nükseden hastalığı ve dün akşamki alınganlığı ve tavrı.. Uyanmamı bekliyorlardı başucumda, ben de biraz onları havada asılı seyrettikten sonra altlarından hiç değmeden süzüldüm mutfağa.. Yüzümü yıkadım mı hiç hatırlamıyorum? Duş almadığım kesin.

Geldim mutfağa, ekmek denememi başarıya ulaştırmış bir güzel kitabım var, açtım onu. Aynı ekmeğe başladım. Bu aslında pita. Neyse, gayet güzel oluyor, sadece pişirmek için tereyağım yoktu, artık üstüne zeytinyağ fırçası atacağız..

Gerçi kabarmadı hala. Seyrediyorum. Bir gözüm de saatte, o yüzden kabarmadı derdine düştüm ya.. Bakalım kaçıncı dakikada pofuduklaşmaya başlayacak..

Oğlum ergenliğine girdi ve odasından çıkmıyor! Biraz normalden fazla (alışık olduğumdan fazla) rahat, cüretkar ve biraz da kaygılı.. Artık ne kaygısı onu yazmak istemiyorum, ama ergen ebeveyinleri bilir :)) Bu kaygı bazen beni de sarıyor. Onunla bazı konuları nasıl konuşmalıyım diyorum. Yoksa onun içgüdüsel gelişimine mi bırakmalı? Şu an onun dünyası acaip bir hızla genişliyor, çünkü bedeninin değişik boyutta bir farkındalığını yaşıyor.. Tabi ki aklı on karış havada.. Hareketlerinin %60'ı hala çocuk.. Canım:) 3 gündür okuldaki havuza iniyoruz benim mesaimin ardından, havuzda ördek gibi komik komik yüzüp taklalar atıp hoplayıp zıplıyor.. Devamlı suya atlamaca.. Zaten hiç atmadığı için kulacı falan unuttu.. Gözlemlemek çok keyifli gerçekten, tabi arada niye kulaç atmıyorsun, o kadar atlama, kafanı çok sokma gibi limonlar sıkmıyor değilim ama limonsuz tuzsuz yaz yemeği olur mu??

Ona bazı tavsiyeler versem.. Kendi gençliğimden.. Anlatmıyor değilim. Mesela memelerim çıkmaya başladığında nasıl çorabı neredeyse omzuma kadar çekip hep kenardan kenardan dolaştığımı okulda, anlattım.. Buna hem komik hem de kırıcı hatıralar dahil. Komikler anlatılır, zorlar yutkunarak hatırlanır ve yerlerine geri gönderilir.

Fakat bir şeyler vermek kolay değil bu yaşta bir çocuğa. Söz ortamında buluşup gerçekten ona bir şeyler anlatmak kolay değil, kendisi bir boyut keşfetmekle meşgul! Bedensel boyut- ne kadar etkileyici bir keşiftir. Hem bir ortamda bir kişinin düşüncesini diğer bir kişi ne kadar algılayabilir? ben bu konuda çekimserim. Deneyim aktarmak da kolay değil, her an düşüncelerin, isteklerin manipülasyonuna uğrayabiliyor, deneyim saflığını yitirebiliyor.. Eh bir de anne baba olunca torbaya bir sürü nasihat de girer.. Offf.. ben bile sıkılırım anlatırken. Hem sözün özünü, şifasını kaçırmaya ne gerek var bu kadar çok konuşup? Söz dediğin dünyadaki en değerli mücevher bana. O doğruluğa en yakın, en temiz, en şeffaf ve elmas kadar sağlam ve parçalanamaz olmalı.. O muhteşem, parlak, iç ve iştah açıcı zeytin taneleri gibi, her sabah 5 tane yenmeli :) Söz çıktı mı dokunduğu yerleri bilebilir miyiz? O yüzden yumuşak, güzel olmalı.. Doyurucu, besleyici ve iştah kabartıcı..

Ne bileyim, hocalıktan mı, gerçeklik ve doğruluk takıntından mı.. Bende böyle. Ve tabi aslı şu bu tavrın: Benim dünyamın oğlumun dünyasından daha büyük, daha doğru olduğu ne malum? Belki ben sıkıştım kaldım bir yerlerde, çıkamıyorum? O ise fidan gibi yolunu alıyor.. İşte bilinmez iki dev dünya.. Çok etkileyici, çok kadim.. Çok kutsal.. Ona ya da kendime ne söz edebilirim ki?

Görüp anlamak dışında ne yapılabilir?
Sevgiyle:)

Bu hamur hala kabarmadı:(

Pazar, Temmuz 24, 2011

Kırılganlıkları, sırça bağları anlamak

Denecek çok şey yok..
Bir sevdiğinizle bağınız sırçadansa bunu kuvvetlendirmek gerek.
Belki sevgi bağları göremediğimiz kadar kuvvetlidir ve körlüğümüz onları bize sırça gösteriyor.. Muhakkak öyle, ben inanıyorum.
Peki bu bağları olduğundan daha sağlam kılamıyorsak o sağlamlık duygusuna nasıl kavuşacağız?
Y A Ş A Y A R A K
Sevgi bağları yaşayarak güçlense gerek.. yan gözle bakıp orada mı diye düşünerek değil....

bağlarımız coşsun, sarmalasın her yanımızı
biz olalım, olduğumuz gibi,
yüreklerimiz birbirini bulsun
Bildikleri yoldan..

sevgiler

Perşembe, Temmuz 21, 2011

Deformasyonlar..

Deformasyona uğramış olduğumu olgunlukla ve hatta nükteyle fark ettim bugün Beyaz Fırın'da.. Ellerim ve gözlerim durmuyor, illa önüme bir kitap çekilecek ve bir ilginç paragraf bulunacak, not defteri çıkarılacak ve notlar alınacak, hatta kaynağı not ederken eser altı çizilecek.. bu ne kaynağı? E Beyaz Fırın'da ne tür kaynağa rastlanır? Bible of tart making türü bir kitapla haşır neşir olurken halimi fark ettim..
Ve halimi anladım!
Vay annem vay :)) Akademik referans almadan, kenara anladığımı ve alıntıyı çiziktirmeden bir şey okuyamaz- zevk alamaz olduğumu fark ettim :) Vay anneciğim VAAYYYYY.. Beyaz Fırın'da tatlı kitabını açmışken, 'E Ayşeciğim'le kruvasan yapmaya karar vermiştik, önümde de tatlı kitabı var, hadi işe yarasın,' deyip... Gerisini anlayın..
Böyle oldum. BU, 2 ay evvel yaşadığım alt üst durumdan daha farklı tabi ama bu da kuvvetli bir etki- ama kendi sularımdayım.. Öyle aşk meşk sularına gerek yok! Hele mevsim yaz ortasıysa, güzelim soğuk kokteyl bardaklarını ılık havayla terlemesi bile bana son derece romantik gelir ve beni güzel bir randevunu havasını sokmaya yetiyorken, şu an akademik davranış bozukluklarının bende yarattığı deformasyonu takdir etmeyi tercih ederim!!
Deli miyim neyim...
Sevgiler, bol serin esintiler, terleyen kadehlerde pembe kokteyller, fısır fısır eden şaraplar ;))

Cuma, Temmuz 08, 2011

EVVETT: FULBRIGHT "SEÇİLMİŞ ADAY" OLMAYI BECERDİM :))

YİHHHUUUUUUUU........ diye çığlık atmayı hak ettiğimi düşünüyorum, hele özellikle Ankara'daki dünkü Fulbright toplantısından sonra!!!!

Çok mutlu ve heyecanlıyım, seneye Eylülde oğlumla Amerika'dayız 1 yıllığına.. Bir yıl dediğin çabuk geçer, ama yoğun deneyimler her zaman daha iyidir. Bir sürü şeyi öğrenip bir sürü yeni yeri bu kadar kısa zamanda görmek, keşfetmek bence büyük heyecan ve zevk!

Kim bilir neler paylaşacağım burada!!
Permakültürden kampüs hayatına, Teo'nun okul maceralarından etrafta gördüğümüz yeni yerlere, değişik eyaletlere (umarım bunu başaracağız, parasal vaziyet müsade ederse.. eder eder.. yemez içmez gezerim ben :)) ... organik pazarlar.. okyanus plajları.. muhteşem kampüsler.. zihni açık insan grupları (tamamından öyle bir beklentim yok- şu grupların içinde olayım, bana yeter :)) ... neler neler......

Kocaman öpücük :)

Pazartesi, Haziran 27, 2011

Anne kurtaran tatlılar... :))

Efendim, eğer sebat edebilirsek bir dizi yazlık anne kurtaran tatlı trendi yaratmak istiyoruz.



Görüleceği gibi, tatlımız bir kavun dilimi, üzerine 1 kayısının dilimlenmiş parçaları, evde yaptığımız çilek reçelimiz ve bir parça dido gofretten ibarettir..
Oğlumuz bunu keyifle ham hum yemiş ve ellerimize sağlık diyerek şap şup annesini öpmüştür, eksik olmasın :)
Bu tatlılar ekonomiktir, sağlıklıdır, çocuğunuza da yaptırabilir alet kullanma becerisini geliştirebilirsiniz, yaratıcılığın sonu yoktur, çocuğunuz yerken de karşısına geçer zevkten dört köşe şekilde seyredersiniz tüm yukardaki sebeplerden ötürü.. bir de eline foto makinesini verir, hadi çek bakalım bloga koyalım bunu senin elinden diye ona da gaz verirsiniz..

e tabi gönlü olsun diye ucuna yine bir çikolata parçası illa konur, haliyle şu mırıl mırıl yorumu da muhakkak duyarsınız :
"annee, bir tek parça mı koyduun?"
"evet hayatım?"

:)
sevgiyle

Pazartesi, Haziran 20, 2011

Çileğim.. reçelim benim!

Evvet! Bu yıl da Haziranı devirmeden çilek reçelimizi yaptık!!
Tarif Tijen'in Mevsimlerle Gelen Lezzetler kitabından. kitap bir yerlere yok olmuş ne yazık ki ama bu reçeli bu tarifle sanırım dördüncü yapışım, o yüzden çok aranmadan yapıverdim.. Bu reçel benim haziran ritüelim oldu, yapamadan geçerse Haziran diye son günleri tedirginlik basar bu ayın.. çilek benim sokaktaki tablacıdan alınır ya bu sene oradan kısmet olmadı; yine antenleri dört açmış tablacılardaki çilek boyutlarını gözlemlerken bugün Şaşkınbakkal'daki bir tanesinin çilekleri dikkatimi çekti, aldım.. bu çilekler ekşi-tatlı, bol kokulu, olgunu mayhoş denecek derecede tatlı çilekler.. daha almalı o tablacıdan, sormadım nereden diye; öğreneyim bir dahaki sefere.. yıkandılar, Teo ile beraber ayıklandılar, arada kaçamak bolca atıştırıldılar, bir kap kenara ayrıldı dolaba, kalanlar şekerlenmeye, tencereye..

yukarıdakiler viski, muskat, tarçın, limon (kabuğu için) portakal (suyu ve kabuğu) ve malum detaylar..


benim pozcu oğluşum :))


Yaz akşamının sakin serinliğinde çayını da yanına alıp mis gibi fokurdayan çilek reçelinin başını beklemekten daha keyifli bir şey yok! Ohhh missss:)) Kulakların çınlasın Tijen'ciğim, ilk denememde ne kadar ürkektim ve ya tutturamazsam korkusuyla başına geçmiştim. artık bu reçel benim Haziran ritüelim!

sevgiyle kalın,
**bu arada, bu malzemeler kitaptakilerin aynısı olmayabilir, benim doğaçlama eğilimlerimi hesaba katmam gerek! 

Cuma, Mayıs 27, 2011

pencereler aynalar

Bir minik şiirimde şöyle demişliğim vardı galiba:

Herkesin dışarıya bakmak için
ne güzel pencereleri var
benimkiler ise
hep ayna!

Aynen! Yine içimde olan biten şeylerden dışarıyı göremez hale geldim.. Koptu dışarısıyla bağım. Ne tarafa baksam bir duygum, bir düşüncem, bir hüznüm, bir korkum.. ayy ayyyy ayyyyy.. kaç oradan, şuna sakın bakma, buna değme, şuna görünmeden hemen çık buradan.. İçimdeki yanardağ hareketlendi ve ben bunun karşısında acizim. Bu bir doğal afet, ne yapabilirim ki?

Kurulan düzenleri bozmak için.. Kenardan kenardan giden beni ortalara savurmak için.. Bellediğim doğruların geçersziliğine şahit olmam için..

Tekrar en baştan işe koyulmak için olsa gerek.
Demiştim ya ben hayatın suyuna selina açığım diye..
İşte bir kere daha sallanıyor, püskürüyor bendeki kaynak, yüzeye neler fırlatacak.. Bakacağım, onların üstünden yaşayacağım.. sonra onları baş tacı edip, işte hayatım diyeceğim, tutunacağım.. ve o noktada yine püskürecek, sallanacağım. Biliyorum.
Ben buna açığım.
Bunu anlıyorum, tanıyorum.
Yaşaması kolay değil bu sallantıları ama doğal afetler böyledir..
Çalkalanmak iyidir.. Hayatım bana bir kez daha sesleniyor: Ben senin değilim! Sensin benim olan, bunu gör!
Evet, ben hayatma aidim. Aklınız karışmasın. Sözün özünü edecek değilim, ama şu bana görünüyor artık: durduğum yeri görüp, kabullenerek yaşamayı başarmak gerekiyor..
Özlemler, itkiler, arzular, kaçışlar..Bunlar formula pistindeki o acaip araçlar gibi, vınn vınn gidiyorlar. Bunlara binmek insanı aptala çeviriyor. İnmek de dengesini alt üst ediyor.. o baş dönmesi.. Sanki hayatın dışına adım atmışız gibi. Sürreel boyuttaymışız gibi.. Bilemiyorum orası nefesimizi tutmamız gereken bir yer mi yoksa doya doya ciğerlerimizi doldurmamız gereken yer mi? Neresi orası?

Bilen varsa söylesin çünkü ben şu an oradayım ve sanırım bir süre de dönemeyeceğim!
Sevgiler

Pazartesi, Mayıs 23, 2011

ULU TANRIM

Yine o karanlık koridor önümde.. Baretimin ışığı yettiğince gidiyorum. bazen bir çatlaktan dev bir ışık huzmesi beni çarpıyor ve gözlerim kamaşıyor, hafiflikten ve mutluluktan uçuşarak sanki Kantorun okunun ucuna asılmış bir kelebek gibi ileri atılıyorum.. Sonra fark ediyorum ki kendi uçabileceğimden çok uzak bir yerlere inmişim.. Tedirginim kırılganım. Korku değil bu ama tedirginlik.. ben buraya nasıl geldim tedirginliği.. bilinmeyen bir yere savrulmuş bir kelebek bu. orada yalnız. tanımıyor orayı. Bu oktan sakınılabilir mi? Tekrar yenisinin ucuna asılıp o pür neşe ve coşkuyla tekrar bir yerlere atılmadan yol alamayacağından korkuyor bu kelebek.. Başka nasıl olabilir ki? Bir köşeye çekilip etrfaın ağırması ve yolunu seçebilmeyi mi bekleyecek? o nahif kelebek kanatlarıyla tekrar yol alabilmeyi mi umacak? Ortalığın ağırmasını mı bekleyecek? Hem de kelebek zamanıyla- ve ne yazık ki kelebeğin o minik zayıf sabrıyla.

Karanlık koridor metaforu uygun olmayabilir ama şu an yüreğimin algıladığı gerçek bu..
Tanrım, bu defa bana ne öğreteceksin acaba? Ne tarafta durmam gerekiyor? Bu ışık üstüme üstüme parladığında ondan kaçabilmem imkansız. O benim en büyük ihtiyacım, beklediğim, umduğum, kendime itiraf edip de huzurumu kaçırmasam dediğim şey.
Kantor beni okunun ucunda apaydınlık yerlere fırlatsın lütfen..
Böyle olması gerek. Çünkü o oka gene asılacak ve yüreğim ağzımda uçacağım..
Aksi büyük günah olur.

Sevgiler

Perşembe, Mayıs 05, 2011

bir tarafin

Bir bütün olarak yaşamak mümkün mü gerçekten?




Böyle bir tarafın seni başka yerlere sürüklemek isterken?



Yoluna sessiz sakince devam ederken karşına bir hediye gibi çıkıveren bir güzelliğin içinde kaybolmak istersen? Oraya girip, ondan doya doya beslenene kadar kesinlikle dışarı çıkmak istemezsen?









insanın ne çok şeye açlığı var değil mi..



karşımıza çıkınca nasıl irkilip korkup tereddütte kalıyoruz.



kendimizi yargılıyoruz....





Perşembe, Nisan 14, 2011

Yazınca..

Aslında buraya yazmanın terapötik etkilerinin peşinde değildim ilk başladığımda. İyi izler bırakma amacıyla başladım. Hatta bu yazdıklarımdan 1-2 yıl sonra kitap çıkar mı diye de düşündüm.. Fakat belli oldu ki buraya bir şeyler yazdığımda kafamı toplayıp, pek çok meseleyle bir tür barış imzalıyorum. Barışmadan da yola devam etmek çok güç. Kendini ifade etmek var olmakla eşdeğer benim için. Bende iz bırakan olayları, ya da o izleri kendi kalemimle tekrar "sketch" etmeye hakkım var. Gücüm de var. Her zaman değil sadece.. Olsa ne güzel olur!

BUgün karmakarışık bir gün olsa da derledim topladım, evdeyim işte! Niyet ettiklerimin hepsini yapamasam da, döneklikler etsem de. Sabah oğlumu okuluna bırakma faslı, eve dönüş, çıkmadan hazırlanma, bugün yapılan 4 saat sınav gözetmenliği - arada öğrenci asistanımız sağolsun 45 dakikasını devraldı - banka işlemlerinin aradan çıkarılması, oraya buraya hatırlatma notlarıyla haftasonunun organizasyonu, gözetmenlik sırasında 2 saatliğine tekrar bakıp son kez düzeltme turuna çıktığım, 1 yıldır bekleyen makalem, her ne kadar 'bu ders benim değil, hocam da uğraşmak istemiyor, kopya çekenleri avlamayacağım' niyetiyle kendi makaleme başımı gömmüş olsam da, kör gözüne parmağı şeklinde kopya çeken bir öğrenciyi yakalamadan duramamam, bunun can sıkıntısı (neredeyse utanacağım yakaladığıma- şimdi iş çıktı, buna kurtarma ödevi ver, vakit ayır, ne yazık ki mazeretlerine maruz kal..), neyse ki okuldan kapıyı çekip 1 saat evvel çıkabilmem, çünkü bugün oğlumu babası değil ben alıyorum, semt pazarının çilekeş trafiğinde gözleri yuvalarından fırlamış tam bir "alpha bitch"e dönüşmüş dev jipin içindeki kadından el kol hareketi ve muhtemelen o dev arabası kadar hakaret yemem (biz kadınlara ne oluyor böyle?), ergenliğe doğru hızla yol alan oğlumun acaip konulara ve sözcüklere neredeyse obsesif bir ilgi geliştirdiğini görerek girdiğim ek kriz ve bu sebeple akşam yemeğini dışarda yiyelim teklifimi geri çekerek ettiğim döneklik.. Bu dönekliklerim çok çoğaldı! Haftasonu da arkadaşımını sürpriz doğum günü partisinden döneklik ettim! Gidemedim işte..Bu benim bildiğim Bahar değil, kim acaba? 25 Mayısta yaş kırk. Rakamla ifade etmek şart değil. :)
Ve işte ev! Dışarı çıkarmayacağım için özür kahvaltısı, kendime verdiğim yarım saat internet iznini tüketmişim, fark ettim. Şimdiki meselem öğrenci asistanımızın memleketinde çıktığını anlattığı değişik bir otu merak edip google dan baktığım için sağolsun annesinin otu hemen 3 güne göndermesi... şimdi bu ot temizlenecek, allem edilip kallem edilip pişirilecek ve bir kısmı da yurtta kalan asistanımıza götürülecek yarın. bari bu güzelliği yapayım.. Kendimin acaip bir versiyonuna dönüşmekteyim..ve bana hiç tanıdık değil bu versiyonum! Fazla "cool" yirmili yaşlarımda olsam bu halimden acaip etkilenirdim ama şimdi kaçacak yer arıyorum! Hiç tanıdık değil! O tanıdık duygularıma dönmek için yapmadığım acaiplik kalmadı ama olmuyor.. Hayırlısı diyeyim.. Korkutmuyor bu beni. Açık denizler ve ufuk önümde....
Evet. Böyle düşünmek ve hissetmek beni rahatlatıyor.. Düşünmek kolay, ama neyse ki his de orada, sağolsun:))
Hislerimiz olmasa ne yapardık??
Sevgiler

Cumartesi, Nisan 09, 2011

olmalı..

Bir gün bir gezegene ayak basarsam ne ararım?

Bir dünya olmalı,
Ve o dünyayı arayanlar..
Onlar da olmalı.
Ve onları bulmalı!

evet, tek aranan bizle aynı şeyi arayan insanlar:)
benim için bu böyle en azından.
sevgiyle,

Cumartesi, Mart 26, 2011

ne çok olmuş!

Birr sürü zaman geçmiş, neredeyse mart bitecek! ne çok şey oldu halbuki. blogların kapanması sinir ve moral bozukluğu yarattı ve ben yine bir küskünlük krizine kapıldım galiba.. halbuki bahar geldi!!

BU yıl baharın gelişini çuhalarla kutladım. bir de açelya ile. çiçek kadar güzel bir şey var mı dünyada? bir de çocuk.. insanların renkleri çiçeklerden öğrendiği besbelli.. nasıl tavlıyorlar çuhalarım beni her sabah! sabah mutfağa girip bir göz atıyorum, içim ferahlıyor.. arada yapraklarını temizlemek, çiçeklerini ayıklamak beni sakinleştiriyor ve içim tebessüm ediyor. bir akşam üstü mutfak masasının üstüne aldım, hala minik saksılarının içindeler; orada toprakları, kökleri, yaprakları derken, turuncu olanı ince, bal gibi kokusunu yolladı bana! bayıldım o an, orda! ben çuhaların böyle koktuklarını bilmezdim! tabi hep caddelerde, dış mekanarda gördüğümüz için alamıyoruz kokusunu fakat hanımeliyle boy ölçüşecek muhteşem bir kokusu var çuhanın! benim en mis kokulu çuham turuncusu çıktı, beyazları da çok güzel kokuyor, ama turuncu kadar değil. Ve bu sabah, haklı arıları da gördüm üzerlerinde uçuşurken. ve tabi ki doğa güncesi blogunun yazarı bir sürü güzel bilgi paylaşmıştı geçen hafta, mesela yenebildikleri üzerine! kıyabilir miyim bilmiyorum, ama çok dekoratif olacakları kesin her türlü ortamda, dondurmalar, meyve salataları yanında mesela!

Efendim, hiç doğru dürüst pazar alışverişi yapıp güzel meyvelerden reçeller marmelatlar yapamadım daha, sene başında niyetlendiğim gibi, ama olsun, daha mart sonundayız. bu da turfandaların mevsimi zaten, biri yeni geliyor, biri gitmek üzere; kapı eşiğinde misafir uğurlarken yeni gelenleri selamlıyoruz! ama bu hafta pazara gidip muhteşem çilek buldum mesela! yaz başında iyi çilek bulup reçel yapmalı.. bu aralar elma kompostosu en iyi fikir herhalde..

Bu kadar eksenimden niye koptum? dünya çalkalanıyor,biliyoruz. artık bunu görmek için medyum olmak gerekmiyor.. ama ben de uydum bu çalkalanmaya, doktora yeterliliği verdim, bir de fulbright bursuna başvuru yaptım.. o beni bayağı yordu. çok formalitesi vardı. olmazsa bozulucam yani, bari en azından Ankara'daki mülakata çağırsınlar! :) 

başkaa..bir de iş arıyorum, kulağınızda bulunsun!
Şimdilik bu kadar, özlemişim burayı,
güzel bir bahar, sonrası da hafif, serince, hareketli, bereketli, neşeli, gamsız bir yaz olsun hepimiz için:))
sevgiler

Salı, Şubat 08, 2011

Geçmiş olsun!

Evet, dün doktora yeterlilik sınavınıı verdim. Sözlümü tekrar ettim ve bu defa geçtim. Detaylara bu sayfada girmiyorum, doktora sorunlarıma öteki blogum bakıyor:)

Önemli olan şu: Kendimi bahar ve yaza hazır hissediyorum!!! Evet! Belki senelerdir ilk kez? Abartıyor olabilir miyim? Hayır- bu duyguyu çok iyi tanıyorum ve yıllardır yok! Çok iyi değil mi?

Neler geçiyor içimden?
Renklenmek
Evime daha çok çiçek almak
Yaz hayalleri kurmak
Balkonumu yaza hazırlamak (neredeyse Yumak'ın WC iki yıldır oradaydı, şimdi kaldırıldı, bugün sıkı bir temizlikten geçecek orası- storlarını da takıp bitkilerimi de yerleştirdim mi tamam- o balkon tam bir bitki cenneti, sera gibi, çok mutlu oluyorlar salon bitkilerim orada, sonra salondakilerin hepsi nasiplensin diye bitkileri oraya taşıyorum, içerisi boşalıyor, sonra haydi tekrar içeri.. uzun hikaye- hayatımdaki fasit dairelerden biri! :))
bir-iki renkli çanak-çömlek alışverişi
yiyip içtiklerime tekrar özenme modu (biraz ipin ucunu bıraktım ama çok sorun yok)

böööyle..
Anneciğime de zarif bir fincan seti!

öptüm,
umarım sizin de önünüzde dikilip içinizi dağlayan engeller-sınavlar dağılır gider bir an evvel!


Pazar, Ocak 30, 2011

Farkındalık ve yaşam


Merhaba..

Farkında olarak yaşadığında yaşam nasıl bir hal alıyor gerçekten?
Bir tür diyet menüsüne dönüşüyor gibi geliyor bana.. Bunun gerçekten sağlıklı olduğuna dair kendimize telkin yapıp davranışlarımızın, eğilimlerimizin, alışkanlıklarımızın değişmesini seyrediyoruz.. Sonra kendimizi kutlamak istiyoruz.. Birbirimizi ödüllendirmek, yüreklendirmek istiyoruz doğru yolda olduğumuza dair.. Neyin içine düşmeye korkuyoruz? Neden kaçıyoruz? Farkındalık bir kaçış mıdır? Yaşama karşı bir direnme midir? Hayatın selleri- ya da sel gibi coşa coşa gelen ve üzerimizden bizi yıkayıp da geçen hayata karşı bir var olma savaşı mı bu?

Ben bir şeyin farkındaysam şunun farkında olayım ve bu farkındalıkta kalayım.. Sırılsıklamım. Beni yıkayıp da geçmiyor sadece hayat, yıkıp da geçiyor üstelik.. Kendimizi tekrar domino taşları gibi üst üste diziyoruz.. Sonra?

Sonra diye sormak insana ihanet etmekten başka bir şey değil.. Yazgısına.. Varlığına. 
Benim bütün bu sorular karşısında elimde tek gerçek kalıyor: İnsan çok sevilesi, hüzünlü, umut dolu bir varlık.
Yoksa şimdiye kadar türümüz silinmişti sanırım!
Sevgiler,

Pazar, Ocak 23, 2011

Günaydın Pazar!

Hey! ?
Böyle karşılayasım vardı nedense?
Konular!!
Marş!
Dizilin- yazı sırası için.. İlk konu öne: Sağdan say!
Hazır ol! Rahat! Hazır ol! Başla..

bu da ne? editörüm faşist bir eski ordu mensubu mu yoksa? neydi bu gerçekten?
dün akşam ilacımı aldım mı? akşam daha suyu yudumladığım bardak elimdeyken bunu sordum.. hafızamı galiba beynimden sökmeye çalışıyorum. bu kesinlikle bir bilinçaltı terörü. kasıt var!

Son yazdığım konunun bünyemde oturmasını ve hal ve hareketlerime ml olmasını çok arzu ediyorum. hani şu duygularla ilgili mesele.. bunların bizim eşyalarımız olduğu. eşya değil tabi, bunlar bizim iç dünyamızın organik uzantıları.. yani bahçe otlarımız. ana fikir şuydu ki, onlara sahip çıkalım, ama bahçemiz de bahçe olsun! otlar pek çok işe yarar.. yenirler, baharat olurlar, börtü böcekle savaşırlar.. ekosistemde yerleri muhakkak olmasa orda işleri olmaz zaten! eh bu ekosistem terimi de zaten konuyu pek çok benimsenmiş görüşle bağdaştırıveriyor.. galiba bir anahtar kelime buldum! organik uzantılar.. ekosistem.. doğal tarım..organik tarım.. yani olduğu haliyle tanıyıp, "yabani" olarak yaftalamayacağımız duyguları! hmm. evet. bu öğrenilecek.

ya ama, bu duygular da engin ve dingin hayal ve düşünce dünyamızın ortasına şimşek gibi çakıp ortalığı elektriklendiriyor!burada Edison'u anıp tekrar elektrik-duygu metaforu üzerinden konuyu manipüle edip,baklava hamuru inceliğinde alt önem konularına bölebilirim, ama hayır!! bu manipülatif analizlere son! Bunu terk etmemin tarihi 3-4 yıldır geriye dayanır zaten.. bu son 3-4 yıl da bol fırtına, şimşek, gök gürültüsüyle geçti.. beynimin bu tarafındaki şalterleri indirmiş şekilde yaşayıp, bunları kaldırdığımda neler oluyor görebilmek adına.. limanlarını fırtınalara açarsan... böyle olur. elinde su bardağı, yudumunu yutmuşken ilacımı aldım mı acaba diye kalakalırsın! olsun. dönmek yok!

Çünkü:

Bu düşünce-tahayyül dünyası nedir ki? hayatı kuşatır mı? bilebilir mi gerçekten? bu kendini rahatlatma, sentetik bir anlam dünyası yaratmaktan başka nedir ki? içine ne alır? neyi kabul eder kendi pişirdiklerinden başka? fırtınalara kepenklerini kapatır.. icabında elektrikten sakınmak adına ortaçağların karanlığı (aydınlığı) olan mum ışığına dahi sığınabilir.. öyle inatçıdır.. hayatı tanıyamadığı için karanlıkları düşünür. bilebildiği, tahmin edebildiği tek karanlık ise ölümdür muhtemelen. oraya takılır. halbuki bence ölüm o kafanın içinden bile daha aydınlık..

bu yüzeysel suçlamaları geçip, hissettiğimiz, gördüğümüz gerçeğe gelelim: düşünceler hayatı kuşatamaz. bunların da duygulardan farkı yok! duygularımızın nesneleri nasıl nötr ise düşünceleimizin nesneleri de nötr olsa gerek. nötr dememin sebebi, hem duygularımızın, hem de düşüncelerimizin yapım, üretim, yaşam süreçleri kişisel.. yani aslında dış dünyanın malı değil, bizim iç dünyamızın malları bunlar.. düşünceler belki duygular kadar organik değil, çünkü üzerinde daha çok katma değer var..iş var, emek var. oturup düşünürüz, ama oturup hissedemeyiz.. kalkıp hoplayıp zıplamak gerekir ! :)))

anladığım şu ki, düşünceler de duyugular da dışardaki nesnelerinin etrafına sarmaşık gibi sarılıp onları boğmasa iyi ederler.
bir kişiyiz. tek insan. nasıl sığabilir dünya ya da hayat kafamızın içine? neden sığsın? ne kadar genişleyebilirsiniz ki? oturulan yerden nasıl hayal edilebilir? nasıl anlaşılabilir? algıların da sınırlı olduğunu buraya eklemedik tabi ki. hayal zaten algıları aşma çabası değil mi? anlama onları birleştirip bir bütün oluşturma çabası..
vah bize! canım insan! seviyorum seni! doğduğun günden bir farkın yok ama sen bunun farkında değilsin!
sanırım tek ve en büyük sorun bize sıcak sıcak bakan annemizi arıyor olmamız hala..


sevgiler, kabullenmeler,

Salı, Ocak 11, 2011

İki ara bir dere

İki arada bir derede kaçıverdim buraya. Bu dere olmasa Bahar kendisi için ne yapacak gerçekten? Kapı aralığından bir yere sızmış gibiyim şu an. Bir solucan ya da kara delik açıldı ve beni içine aldı. Müteşekkirim! nasıl bir aralık bu? Tarif edeyim:

Akşam yemeği yendi. Tüm mutfak arkama dizilmiş vaziyette. Aslında arkamda değil- ben arkamı döndüm. Masama oturdum. Teoman sağlıklı yemeğini yedi. Kilo vermem dursa da almıyacak şekilde memnun mesut yemeklerini yapıp yiyorum ben de, bunu da demeden geçmeyeyim- ayrıca yarın ultrasona giriyorum, aç kalmam lazım uzun süre.. Yumak'ın önüne bir yer fıstığı atıldı, coşsun oynasın, yuvarlasın, kovalasın, sonra da kemirip yesin diye.. masa boşaltıldı, bütün bulaşık arkaya- görmeyeceğim şekilde dizildi.. Allahtan sırtımızda gözümüz yok- yıkıcı olurdu gerçekten! neyse.. Banka arandı, internet şubesi neden vs, vs, vs.. diye halledildi..Sınav kağıtları masaya alındı, 3-5 tane okunacak, arkadaki bulaşıklar öyle tüketilecek- arada verilen 15 dklarda. Bu sınav kağıtlarının tamamı bir oturuşta okunamaz- bir tür işkence olur bu. Güzel beyin hücrelerimiz nerelere gidiyor! neyse..

Yani şu ki, intenet şubeciliği hakkındaki mesele çözüldü, bilgisayar kapanırken blogumu hatırladım ve işte kaçıveridm buraya!!

Kafamdaki editör başka konu bellemişti halbuki. Gçen son 4-5 haftanın yıkıcı duygu fırtınalarında hayatta kalmaya uğraşırken öğrendiğim bir kaç temel mi temel hayatlık prensip hakkında yazacaktım. Yine de diyeyim:

Duygular. İçimizde açan çiçekler. Bahçemizin renkleri. Kime açtıklarından çok, açılışlarını, güzelliklerini, mevsimlerini takdirle, şükranla yaşamamız gerektiği! Güzel duygular böyle.
Zor duygularımıza da sabır göstermemiz gerektiği!

Evet, bu duyguların dışarıdaki hayattaki nesnelerini değil, bizzat kendi duygu bahçelerimizle ilgilenmemiz gereği. Nesnesini nasıl kontrol edelim? nasıl yönlendirelim? bu bir başka insandır. başka varlıktır. bizden farklıdır. Biz onu bilemeyiz, sahip çıkamayız- ama kendi malımız olan o güzelim içdünyamız? Buraya gözümüz gibi bakarsak kim orayı karartabilir ki? Kim zarar verebilir? Yeter ki malımızı, bahçemizi bilelim. Güzele sevgiyle, zor olana da sabırla bakalım.. Duygu ve tepkilerimizi yargılamayalım, bastırmaya çalışmayalım, onlardan kaçmayalım, kulaklarımızı tıkamayalım. Başka bir şeyimiz yok çünkü.
sabır ve sevgi.
sabır ve sevgi.
Yeri geldiğinde özenle iletişim. Biz ona sevgi ve sabırla bakalım, o da bizim hayatta yelkenlerimizi doldursun! İç dünyamız:))
Bu olsun.
Sevgiler:)