Cumartesi, Ağustos 07, 2010

Bilemiyorum..

Herhalde yılın en sıcak günündeyiz.. Hatta belki de geçmiş ve gelecek olan bir kaç yılın en sıcak günlerinden.. Tabi ki bu insanların da dilinde. Bugün gittiğim salonda bayanlar çok fantastik bir konu olarak "açıkta 63 derece olacakmış" başlığını işliyordu! Peki ne yapacaksınız bu konuda? İşte yine yapacağımızı yapmışız; gelmişiz burada törpüleniyoruz.  Aşırı sıcak, bugün asla çıkılmaz- birilerini çağırıp evde durmalı tüm gün, akşam geç vakit sahile ineriz, azıcık deniz kenarında serinleriz değil! Bilakis, saat 12.30'da yan sokağa arabayla giderek klimatize ortamlarsız olamama hali.. Kimseyi eleştirdiğim sanılmasın, bu son dediğimi yapan benim! Bahsettiğim olgunluk ne zaman gelir beni bulur hiç bir fikrim yok!

Efendim, bugün Susan Miller'a göre kardinal bir şey bir şeymiş. Galiba öncü gezegenler birbirlerine yan bakmakla kalmıyor, saç saça baş başa kavgaya da giriyorlarmış! Hem de devasa öncü gezegenler.. E tabi.. Beklemek lazım olumsuz şeyler bu tür durumlarda. Hele hele ki günü, ortamı bari ben kurtarayım, şu negatif elektriğin tozunu bari ben alayım gibi şehitlere yaraşır tavırlar da sergileyemezsiniz, bilakis siz de cadılaşıverirsiniz mazallah! Olur mu olur. Şahsen ben bu yazıya biraz belli etmeden içimi dökeyim, rahatlarım, olumsuz duygularımdan kurtulur da olayı görürüm diye başladım, ama şimdi anlaşılıyor ki, bugün çıldırmış olan benim!

Bir kere, odamdaki tavan pervanem çalışmıyor. Oğlumun odasına taktırdığımı kıskandı herhalde, kendisi iş bıraktı. Ben de geç vakitlere kadar oğlumun odasında oyalanıyorum.. Dünkü davranışlarımı da kendime yakıştıramadığım için (bir takım konularda) kendime ibret olsun diye Bakkhalar'ı okumaya koyuldum mesela.. Neyse, ama tabi uykum geldi, odama gittim; o ıslağımsı nemli sıcağın ortamına. Sabah kalktığımda sol omuzum berbattı, jel sürdüm, şu an biraz düzeldi, ama cumartesi gibi koşturulan br günde tutulmuş bir omuz hayırlı bir şey değil. Acaba huysuzluğumun sebebi bu mu? Sonra annemlere uğrandı, orada da tatsızlık. Ben bu yazıyı şöyle düşünmüştüm: Genelde hayatımızda olumsuz duygular, düşünceler bize bulaşmaya çabalar, onlarla kendi içimizde baş ederiz, ama bazı İNSANLAR, bizzat onlara dönüşmüştür! Yani onlara teslim olmuşlardır, onlara hayat, can verirler ve artık o olumsuzluk külliyatı ete kemiğe bürünmüş bir nevi terminatör modunda karşınızdadır! Hadi bakalım; otur onlarla öğlen yemeği ye, alışverişe çık, oğlunu bırak, işini gör, vs vs.. Hayatımızdaki tuz ve biberlikleri bir yere kadar; bilimum yerine yurduna ulaşamamış, evrenin güzel desenlerindeki yerini bulamamış, sersemce etrafta dolaşan- SERBEST RADİKALLER- karşında- hem de belki bu aile bireylerin! Berbat.

Nasıl korursun kendini bunlardan? İyi günümde kendime derim ki, bunları kendilerinden korumak gerek, ama şimdi sorun: Kendimi ve oğlumu onlardan nasıl ve ne derecede sakınacağım? Acı bir soru! Farklı olana toleransın sınırı nedir? Karşındaki insanda "sınır" mefhumu yoksa, ne yaparsın? Şuursuzlara karşı ne edilir? Birisi tüm hayatını sorumsuz ve şuursuzca harcadıysa ona nasıl davranılır? Üstelik, gözünü senin hayatına da diktiyse? Senin de en değerli varlıkların tükensin, tam da onun gibi ol istiyorsa ne yapılır bu insana? Ne diyeyim.. İyiliği elden, dilden düşürmemek gerek, değil mi? Sadece insan olduğumuzu kendimize hangi noktada hatırlatma şansına sahibiz acaba!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder