Salı, Ağustos 10, 2010

Güzel bir gün ..

merhabalar,

Dün güzel bir gündü. bir tür domino etkisi ile tüm gün güzel geçti.. çağrışımlar, esinler, fikirlerle..

Öncelikle, blog dünyasına girdiğime çok mutluyum. İnsanların dünyalarını, hayatlarını, düşüncelerini paylaşmak, bir düşünce, duyguyu paylaşabilmek müthiş bir şey ve ne kadar esinlendiren bir şey.. Nasıl mı?

Sabahları alarmım 07.45'de çalar. Yaz okulunun sabah 9 derslerine ayarlanmış bir saattir bu. Düzeni de sevdiğim için tüm yaz böyle gitti, okul bitse de. Oğluş da en fazla 9'a kadar uyur zaten.. Ne yazık ki bu yaz türlü karışıklıklardan spor okuluna veya çeşitli faaliyetlere katılamadı, ama 2 kere tatile gitti. Ben gidemedim ama. Dağılmayalım, neyse.

Dün sabah erkenden kalkıp salona gidip, fanı açıp karşısına uzanıp, bloglarda gezinmeye başladım. Hava da nasıl kapkara.. Ev çok sıcak, yapış yapış.. Oğlum "anne daha akşam" deyip yataktan kalkmayacak nerdeyse. İlk Mehtap Hanıma baktım. Ondan aryaları dinleme fikri uyandı. Tijen şiirime şiir bırakmış, süper, çok mutlu ediyor bunlar beni.. Babiş kızı ile geçirdiği sinema sefasını anlatmış, yine çok güzel bir uslupta. Bunlardan aldığım hızla, gittim oğlumu kaldırdım ve "gel bugün Kanyon'a gidelim, bir tek orada serinleriz" dedim, ancak o zaman gözünü açmaya razı oldu. Salonda kahvaltımızı ettik, bir şeyler koyduk yine dvd'ye.. evvelki gün Fransa mutfağı dvd'mizi seyretmiştik, bugün reçel yapmaya karar verdik efendim. Teo'nun tek derdi, "anne, göbeklerine hafifçe basınca gerçekten çekirdekleri rahatça çıkacak mı??" meselesi.. Ben pek emin değilim, ama deneyeceğiz. Neyse, gittik Kanyon'a, önce tabi ki Remzi'ye dağıldık. Teo sağ tarafa, ben sol tarafa. Önce John Berger'in bakmak ve görmek (ya da benzeri) konulu bir kitabına takıldım; bir süre elimde dolandım. Sonra anlamsız bir şey yaptığımı fark ederek yerine bıraktım. Sonra Cenk'in tanıttığı David Lebovitz aklıma geldi ve acaba kitabı var mıdır burada diye yemek bölümüne geçtim. Tatlı kitaplarına bakayım dedim. Bir kişi rafları derliyordu, neye göre yerleştirdiğini sordum, illa kendim bulacağım ya! Ama imkanı var mı, ben kimim ki? Okuyucu nasıl bulabilir ki aradığını? Meğersem düzenlemeyi yayın evine göre yapıyorlarmış! E ne diyim ben bunlara.. Bu nasıl bir işletme zekası? Ben ne bileyim David'in kitaplarını nereden yayınlattığını? Çaresiz, tüm kitaplara bakılacak, ama zaten bulma ihtimalim gayet zayıf, nitekim yok! Çok istersem Amazon diye çıktım oradan Teo ile.. Karnımız acıkıyor galiba. Oraya mı gitsek, buraya mı? Bilmediğimiz yer mi denesek? Ya sevmezsek? Ya kazıklandığımız düşünürsek? Mazallah, çok keyifsiz durumlar bunlar, en iyisi bildiğimiz, sevdiğimiz yere gidelim; orayı pek seviyoruz ve kazıklarının ayrı bir yeri var hayatımızda :)
Ardından tatlı deyü Starbucks'a. göya ekonmik davrandık ama alakası yok! Şu homo ekonomikus türünün genlerini yakalayamamışız ne yazık ki! Neyse..
Ardından şu menşur elektronik edevat dikkanına giriş- sorulacak: Bilgisayar monitörüne play-station bağlanamaz mı? Neden? Çünkü artık oğluş ergen yaşlara doğru ilerliyor ve onun sevdiği müzikten başım şişmeye başlayacak yakında. Daha Kanyon'a giderken bir şarkıyı 3 kere falan dinlemeye başladı- ve yaklaşık 1 haftadır da ön koltukta seyahate başladı, müziği kontrol ediyor, ve ben, onunla rekreasyon alanlarımızı muhakkak ayırmamız ve buna uygun donanım hazırlamamız gereğine gark oldum ve ona da anlattım.. Bu sebeple dükkana dalındı ama nafile. Mümkün değil.. TV de zor.. Peki müzik sistemi? Mümkün.. Ama ileriki bir zamana ertelenebilir. Çok da ergen değil henüz Allah'tan!!
Neyse, havlu ve ev kokusu da alındı.. Eve dönüldü. Yolda plan yapıldı, "anne, ben her zamanki gibi önce p.s. oynayacağım, sonra dinleneceğim, sonra kitap okuyacağım.." tamam, sonra reçel yaparız. - A, tabi şu acaip lüks markete dalınıp "burada her şey vardır, vişna alalım" dedik ve aldık tabi.. perşembe pazarını kim bekleyecek? Neyse. geçen hafta da süt köpürtücüsü almıştım, hadi dedim gel sana dev köpüklü buz gibi süt içireyim!Süper.. Bu da içildi, benim kahve ile beraber - Bu arada, Tchibo'nun kahvesine burada değinmek isterim- ucuz ve güzel. Sonra vişneler yıkandı, önlük giyildi,oğluş tişörtünü çıkardı ve başladı çekirdek ayırma etkinliği.. "anne hani göbeklerine basınca çıkıyordu?" evet, bunlar çıkmıyor, ayrıca yüzümüz, gözümüz, duvar, kap, kacak, yer, akla gelen bilimum yer vişne kırmızısı.. olsun. Sonra baktım oğluş kafasına göre şeker ekliyor, karıştırıyor. DVD'deki gibi, e süper! yaptık efendim, bu sabah da yedik, müthiş olmuş.. pişerken de Tijen'in Meyve Ağacından Hikayeler kitabında gezindim, sonra kim ne yapsın David Lebovitz'in kitabını dedim! Hıh! Daha ne olsun! Efendim, ayrıca, reçelimizi pişirirken baktım arya söylüyorum, tabi ki Mehtap Hanımın sözlerini yazdığı Rigoletto aryasını. E, durulur mu, aryalar albümünü de koyarsın müzik setine, süper reçel yapma moduna girersin:) Sonra, işin en güzel tarafı, mutfakta tüm gün ööyle geçer işte.. yemek hazırlama saati gelmiştir, fesleğenin boldur, pesto sos dersin, makarnayı haşlarken sosu da pişirirsin, ayrıca balık köftelerini de tavaya korsun, dolapta da yaz türlüsü denemen hala durmaktadır, e onu da çıkarırsın, salonda klimayı açarsın tekrar, oğluşa haber verirsin; kedoşa sever mi diye bir parça balık köftesi verirsin, ama diğer kedoş gitti gideli iyice mahzunlaşan kedoş buna da poposunu döner, sen de artık kafayı yedi bu kedi, yazık daha 2 yaşına gelmedi derken, günün mutfakta geçmesi ve aryalar dinlemiş olmanın getirdiği çağrışımla yemekte seyredilecek filmi de seçersin: bu gece benim film seçme sıram mıydı? neyse, Teo'dan ses çıkmıyor, sorun değil..:)
Şu güzelim Alman verisyonun üzerine Amerikan filminin çevrilip Geddes yerine Zeta Jones'un oynadığı hafif sulanmış mutfak ve aşçı ve dram temalı filmi koyar ve günü güzellikle geçirmiş olduğunu görüp içinden teşekkür edersin emeği geçen tüm varlıklara! :)) ama Teo der ki, "anne bu ne biçim mutfak filmi? bu resmen dram!" sen de: "evet minik kuş, üstelik Amerikan dramı!!" dersin. Gerisini hatırlamıyorum, günün kayda değer kısmı buymuş demek!
sevgiler:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder