Pazar, Ocak 30, 2011

Farkındalık ve yaşam


Merhaba..

Farkında olarak yaşadığında yaşam nasıl bir hal alıyor gerçekten?
Bir tür diyet menüsüne dönüşüyor gibi geliyor bana.. Bunun gerçekten sağlıklı olduğuna dair kendimize telkin yapıp davranışlarımızın, eğilimlerimizin, alışkanlıklarımızın değişmesini seyrediyoruz.. Sonra kendimizi kutlamak istiyoruz.. Birbirimizi ödüllendirmek, yüreklendirmek istiyoruz doğru yolda olduğumuza dair.. Neyin içine düşmeye korkuyoruz? Neden kaçıyoruz? Farkındalık bir kaçış mıdır? Yaşama karşı bir direnme midir? Hayatın selleri- ya da sel gibi coşa coşa gelen ve üzerimizden bizi yıkayıp da geçen hayata karşı bir var olma savaşı mı bu?

Ben bir şeyin farkındaysam şunun farkında olayım ve bu farkındalıkta kalayım.. Sırılsıklamım. Beni yıkayıp da geçmiyor sadece hayat, yıkıp da geçiyor üstelik.. Kendimizi tekrar domino taşları gibi üst üste diziyoruz.. Sonra?

Sonra diye sormak insana ihanet etmekten başka bir şey değil.. Yazgısına.. Varlığına. 
Benim bütün bu sorular karşısında elimde tek gerçek kalıyor: İnsan çok sevilesi, hüzünlü, umut dolu bir varlık.
Yoksa şimdiye kadar türümüz silinmişti sanırım!
Sevgiler,

Pazar, Ocak 23, 2011

Günaydın Pazar!

Hey! ?
Böyle karşılayasım vardı nedense?
Konular!!
Marş!
Dizilin- yazı sırası için.. İlk konu öne: Sağdan say!
Hazır ol! Rahat! Hazır ol! Başla..

bu da ne? editörüm faşist bir eski ordu mensubu mu yoksa? neydi bu gerçekten?
dün akşam ilacımı aldım mı? akşam daha suyu yudumladığım bardak elimdeyken bunu sordum.. hafızamı galiba beynimden sökmeye çalışıyorum. bu kesinlikle bir bilinçaltı terörü. kasıt var!

Son yazdığım konunun bünyemde oturmasını ve hal ve hareketlerime ml olmasını çok arzu ediyorum. hani şu duygularla ilgili mesele.. bunların bizim eşyalarımız olduğu. eşya değil tabi, bunlar bizim iç dünyamızın organik uzantıları.. yani bahçe otlarımız. ana fikir şuydu ki, onlara sahip çıkalım, ama bahçemiz de bahçe olsun! otlar pek çok işe yarar.. yenirler, baharat olurlar, börtü böcekle savaşırlar.. ekosistemde yerleri muhakkak olmasa orda işleri olmaz zaten! eh bu ekosistem terimi de zaten konuyu pek çok benimsenmiş görüşle bağdaştırıveriyor.. galiba bir anahtar kelime buldum! organik uzantılar.. ekosistem.. doğal tarım..organik tarım.. yani olduğu haliyle tanıyıp, "yabani" olarak yaftalamayacağımız duyguları! hmm. evet. bu öğrenilecek.

ya ama, bu duygular da engin ve dingin hayal ve düşünce dünyamızın ortasına şimşek gibi çakıp ortalığı elektriklendiriyor!burada Edison'u anıp tekrar elektrik-duygu metaforu üzerinden konuyu manipüle edip,baklava hamuru inceliğinde alt önem konularına bölebilirim, ama hayır!! bu manipülatif analizlere son! Bunu terk etmemin tarihi 3-4 yıldır geriye dayanır zaten.. bu son 3-4 yıl da bol fırtına, şimşek, gök gürültüsüyle geçti.. beynimin bu tarafındaki şalterleri indirmiş şekilde yaşayıp, bunları kaldırdığımda neler oluyor görebilmek adına.. limanlarını fırtınalara açarsan... böyle olur. elinde su bardağı, yudumunu yutmuşken ilacımı aldım mı acaba diye kalakalırsın! olsun. dönmek yok!

Çünkü:

Bu düşünce-tahayyül dünyası nedir ki? hayatı kuşatır mı? bilebilir mi gerçekten? bu kendini rahatlatma, sentetik bir anlam dünyası yaratmaktan başka nedir ki? içine ne alır? neyi kabul eder kendi pişirdiklerinden başka? fırtınalara kepenklerini kapatır.. icabında elektrikten sakınmak adına ortaçağların karanlığı (aydınlığı) olan mum ışığına dahi sığınabilir.. öyle inatçıdır.. hayatı tanıyamadığı için karanlıkları düşünür. bilebildiği, tahmin edebildiği tek karanlık ise ölümdür muhtemelen. oraya takılır. halbuki bence ölüm o kafanın içinden bile daha aydınlık..

bu yüzeysel suçlamaları geçip, hissettiğimiz, gördüğümüz gerçeğe gelelim: düşünceler hayatı kuşatamaz. bunların da duygulardan farkı yok! duygularımızın nesneleri nasıl nötr ise düşünceleimizin nesneleri de nötr olsa gerek. nötr dememin sebebi, hem duygularımızın, hem de düşüncelerimizin yapım, üretim, yaşam süreçleri kişisel.. yani aslında dış dünyanın malı değil, bizim iç dünyamızın malları bunlar.. düşünceler belki duygular kadar organik değil, çünkü üzerinde daha çok katma değer var..iş var, emek var. oturup düşünürüz, ama oturup hissedemeyiz.. kalkıp hoplayıp zıplamak gerekir ! :)))

anladığım şu ki, düşünceler de duyugular da dışardaki nesnelerinin etrafına sarmaşık gibi sarılıp onları boğmasa iyi ederler.
bir kişiyiz. tek insan. nasıl sığabilir dünya ya da hayat kafamızın içine? neden sığsın? ne kadar genişleyebilirsiniz ki? oturulan yerden nasıl hayal edilebilir? nasıl anlaşılabilir? algıların da sınırlı olduğunu buraya eklemedik tabi ki. hayal zaten algıları aşma çabası değil mi? anlama onları birleştirip bir bütün oluşturma çabası..
vah bize! canım insan! seviyorum seni! doğduğun günden bir farkın yok ama sen bunun farkında değilsin!
sanırım tek ve en büyük sorun bize sıcak sıcak bakan annemizi arıyor olmamız hala..


sevgiler, kabullenmeler,

Salı, Ocak 11, 2011

İki ara bir dere

İki arada bir derede kaçıverdim buraya. Bu dere olmasa Bahar kendisi için ne yapacak gerçekten? Kapı aralığından bir yere sızmış gibiyim şu an. Bir solucan ya da kara delik açıldı ve beni içine aldı. Müteşekkirim! nasıl bir aralık bu? Tarif edeyim:

Akşam yemeği yendi. Tüm mutfak arkama dizilmiş vaziyette. Aslında arkamda değil- ben arkamı döndüm. Masama oturdum. Teoman sağlıklı yemeğini yedi. Kilo vermem dursa da almıyacak şekilde memnun mesut yemeklerini yapıp yiyorum ben de, bunu da demeden geçmeyeyim- ayrıca yarın ultrasona giriyorum, aç kalmam lazım uzun süre.. Yumak'ın önüne bir yer fıstığı atıldı, coşsun oynasın, yuvarlasın, kovalasın, sonra da kemirip yesin diye.. masa boşaltıldı, bütün bulaşık arkaya- görmeyeceğim şekilde dizildi.. Allahtan sırtımızda gözümüz yok- yıkıcı olurdu gerçekten! neyse.. Banka arandı, internet şubesi neden vs, vs, vs.. diye halledildi..Sınav kağıtları masaya alındı, 3-5 tane okunacak, arkadaki bulaşıklar öyle tüketilecek- arada verilen 15 dklarda. Bu sınav kağıtlarının tamamı bir oturuşta okunamaz- bir tür işkence olur bu. Güzel beyin hücrelerimiz nerelere gidiyor! neyse..

Yani şu ki, intenet şubeciliği hakkındaki mesele çözüldü, bilgisayar kapanırken blogumu hatırladım ve işte kaçıveridm buraya!!

Kafamdaki editör başka konu bellemişti halbuki. Gçen son 4-5 haftanın yıkıcı duygu fırtınalarında hayatta kalmaya uğraşırken öğrendiğim bir kaç temel mi temel hayatlık prensip hakkında yazacaktım. Yine de diyeyim:

Duygular. İçimizde açan çiçekler. Bahçemizin renkleri. Kime açtıklarından çok, açılışlarını, güzelliklerini, mevsimlerini takdirle, şükranla yaşamamız gerektiği! Güzel duygular böyle.
Zor duygularımıza da sabır göstermemiz gerektiği!

Evet, bu duyguların dışarıdaki hayattaki nesnelerini değil, bizzat kendi duygu bahçelerimizle ilgilenmemiz gereği. Nesnesini nasıl kontrol edelim? nasıl yönlendirelim? bu bir başka insandır. başka varlıktır. bizden farklıdır. Biz onu bilemeyiz, sahip çıkamayız- ama kendi malımız olan o güzelim içdünyamız? Buraya gözümüz gibi bakarsak kim orayı karartabilir ki? Kim zarar verebilir? Yeter ki malımızı, bahçemizi bilelim. Güzele sevgiyle, zor olana da sabırla bakalım.. Duygu ve tepkilerimizi yargılamayalım, bastırmaya çalışmayalım, onlardan kaçmayalım, kulaklarımızı tıkamayalım. Başka bir şeyimiz yok çünkü.
sabır ve sevgi.
sabır ve sevgi.
Yeri geldiğinde özenle iletişim. Biz ona sevgi ve sabırla bakalım, o da bizim hayatta yelkenlerimizi doldursun! İç dünyamız:))
Bu olsun.
Sevgiler:)