Salı, Ocak 31, 2012

buraya yazıla

İnsanın içine bir şeyin sıkıntısı düştüğünde iki şey yapabilir:
Ya o şeye mesai harcar, içine girer, ilgili duyguları, düşünceleri, takıntıları yaşar, içlerinde döner durur, ya da hayatına devam eder. Ama sanmayın ki bu haller onu o zaman terk eder. Etmezler. Bu arada bu yapılan hayata devam etme de değildir, buna hayatını çekiştire çekiştire sürüklemek denebilir belki. Çünkü hayat ağırlaşmıştır. İnsancığın benliğinin irice bir kısmı belli bir köşede kalakalmıştır. Orada takılmıştır. Belki zincirlenmiştir o noktaya; hayatının uğursuzluğa dönüşmüş o zavallı kısmı yensin bitsin istemektedir belki. Kalanı ile devam etmeye razıdır. Küçücük kalan parçası ile.

Neden o uğursuzluk kuşlarına benliğimizin bu kadar büyük kısmını yem ederiz ki? Etmem diyenler devam edenler sanırım. Ona mı yedireceğim kendimi? Eşeğin ayağını yesin! Devam ederiz. Devam ederken bu uğursuzluklar ne yaparlar? Ne yerler ne içerler bizi yiyemeyeceklerse? Belki usturuplu şekillerde bize dadanmaya devam ederler.. dertlerini daha uslu şekillerde anlatmaya çalışırlar? Yani Promete'nin karaciğerini paralayan yırtıcı kuşlar gibi değil de, mebusluğa intikal etmiş anarşistler gibi yol yordam takibi ile dadanırlar belki? İşte önerge verirler, sunum falan yaparar, söz alır, soru sorar, diyalog kurarlar belki? E tamam, o zaman biz de dinleyebiliriz bu uğursuzluk kuşlarını.. Tanıtsınlar bize kendilerini, kimlermiş, nerden gelmişler, ne zamandır kapımızdalarmış, başta belki iyi olan niyeteri nasıl dönüşmüş de gözleri dönmüş.. Diyalog yani. Efendi şekilde gelip kendilerini tanıtmadan kimseye kulak vermeyelim. Ne içerdekilere, ne de dışardakilere!

Bu uğursuz duygu/düşünce/insana karşı takınılabilecek tek insanca tavır!
sevgiyle:) 

Salı, Ocak 17, 2012

Böyle olmayacak

Yok, olamayacak gerçekten. Sahilden ayrılmak istemiyorum. Artık 25 yıl gerimde kalması gereken bu ergenlik hallerim de beni şaşırtmıyor, ben ebedi ergenim, anladım. Hayatımdaki tüm değişiklikleri bu konfigurasyona bağlı kalabilmek için yapmışım galiba!
Yahu biriyle sahiden sadece toplamda iki defa 5-6 saniye bakışabilmek için yürüyüşlerimi 2'den 4'e çıkardığıma inanamıyorum.. Yani toplamda 15-20 saniye. Kendime pes ediyorum yine. Ayrıca bu bir tür taciz gibi. Artık yolumu değiştirmeliyim. Buna gerek yok.
Ama biliyorum ki böyle kararlar aldığımda ben çoktaan düşmüşümdür.. Siz anlayın neye düştüğümü. Geçer inşallah sağlıkla.

Çarşamba, Ocak 04, 2012

Sanki bir şeyleri öğrenme ya da fark etme arefesindeyim..
İnsan bazı duygularını fark edebilir, ya da onları sadece yaşar. Bu derece derinden etkilenerek yıllarca yaşanmış olan duyguların bir noktada farkına varılması ve dışına çıkıp oradan da bakılabileceğinin fark edilmesi etkileyici bir keşif gibi.. Aklıma John .Keats geliyor. .Keats duygunun kendini sarmasından değil, onu işgal etmesinden, ele geçirmesinden bahseder. Şiir bunu vermelidir. Ben ne kadar iyi anlıyorum bu nahif şairi kendimce.. Bu kadar kuvvetli yaşayan varsa duygularını bilir; bunlar insana diz çöktürecek güçtedir. Bir kere uyandılar mı içinizde yüzlerce at koşturmaya başlar tozu toprağa katarak.. Sizi dinlemez, önüne katar görürür, bir yere bırakır. Bilemezsiniz kendinizi nerede bulacağınızı. Sizi bıraktıkları yerden önce inmeniz de imkansızdır; bir kaçırdıysanız bu yabani kısrak sürüsünü, üzerlerine binip yelelerinin arasında uçuşma şansını da kaybedersiniz.. Çoğu zaman sizi nereye kaçırdıklarını bilmeden, sadece bu yolculuğu yaşamak adına biz insanlar bineriz kulak veriririz bu yaban sürüsünün çağrısına ve atlarız bu görkemli, güçlü vasıtaların sırtına. Öyledir. İşte .Keats bunu bilir. O güçlü tarafımız karşısında savunmasız kalacağımızı bilir. Böyle olmalıdır da..
Buraya bu süreci fark edip bu yaban sürüsünü ehlileştirmekle ilgili yazacaktım. Ama hayır.. Bu mümkün mü değil mi bilmiyorum açıkçası, ama mümkünse de ben buna yanaşmayacağım, onu biliyorum. Seviyorum duygularımı ve tutkularımı. Boyasınlar hayatımı dilekdikleri renge. Başucuma asacağım. Farkındalığı reddetme kararım..
Siz de sahip çıkın ve her çağrıya kulak verin.
sevgiler:)