Cuma, Mayıs 27, 2011

pencereler aynalar

Bir minik şiirimde şöyle demişliğim vardı galiba:

Herkesin dışarıya bakmak için
ne güzel pencereleri var
benimkiler ise
hep ayna!

Aynen! Yine içimde olan biten şeylerden dışarıyı göremez hale geldim.. Koptu dışarısıyla bağım. Ne tarafa baksam bir duygum, bir düşüncem, bir hüznüm, bir korkum.. ayy ayyyy ayyyyy.. kaç oradan, şuna sakın bakma, buna değme, şuna görünmeden hemen çık buradan.. İçimdeki yanardağ hareketlendi ve ben bunun karşısında acizim. Bu bir doğal afet, ne yapabilirim ki?

Kurulan düzenleri bozmak için.. Kenardan kenardan giden beni ortalara savurmak için.. Bellediğim doğruların geçersziliğine şahit olmam için..

Tekrar en baştan işe koyulmak için olsa gerek.
Demiştim ya ben hayatın suyuna selina açığım diye..
İşte bir kere daha sallanıyor, püskürüyor bendeki kaynak, yüzeye neler fırlatacak.. Bakacağım, onların üstünden yaşayacağım.. sonra onları baş tacı edip, işte hayatım diyeceğim, tutunacağım.. ve o noktada yine püskürecek, sallanacağım. Biliyorum.
Ben buna açığım.
Bunu anlıyorum, tanıyorum.
Yaşaması kolay değil bu sallantıları ama doğal afetler böyledir..
Çalkalanmak iyidir.. Hayatım bana bir kez daha sesleniyor: Ben senin değilim! Sensin benim olan, bunu gör!
Evet, ben hayatma aidim. Aklınız karışmasın. Sözün özünü edecek değilim, ama şu bana görünüyor artık: durduğum yeri görüp, kabullenerek yaşamayı başarmak gerekiyor..
Özlemler, itkiler, arzular, kaçışlar..Bunlar formula pistindeki o acaip araçlar gibi, vınn vınn gidiyorlar. Bunlara binmek insanı aptala çeviriyor. İnmek de dengesini alt üst ediyor.. o baş dönmesi.. Sanki hayatın dışına adım atmışız gibi. Sürreel boyuttaymışız gibi.. Bilemiyorum orası nefesimizi tutmamız gereken bir yer mi yoksa doya doya ciğerlerimizi doldurmamız gereken yer mi? Neresi orası?

Bilen varsa söylesin çünkü ben şu an oradayım ve sanırım bir süre de dönemeyeceğim!
Sevgiler

Pazartesi, Mayıs 23, 2011

ULU TANRIM

Yine o karanlık koridor önümde.. Baretimin ışığı yettiğince gidiyorum. bazen bir çatlaktan dev bir ışık huzmesi beni çarpıyor ve gözlerim kamaşıyor, hafiflikten ve mutluluktan uçuşarak sanki Kantorun okunun ucuna asılmış bir kelebek gibi ileri atılıyorum.. Sonra fark ediyorum ki kendi uçabileceğimden çok uzak bir yerlere inmişim.. Tedirginim kırılganım. Korku değil bu ama tedirginlik.. ben buraya nasıl geldim tedirginliği.. bilinmeyen bir yere savrulmuş bir kelebek bu. orada yalnız. tanımıyor orayı. Bu oktan sakınılabilir mi? Tekrar yenisinin ucuna asılıp o pür neşe ve coşkuyla tekrar bir yerlere atılmadan yol alamayacağından korkuyor bu kelebek.. Başka nasıl olabilir ki? Bir köşeye çekilip etrfaın ağırması ve yolunu seçebilmeyi mi bekleyecek? o nahif kelebek kanatlarıyla tekrar yol alabilmeyi mi umacak? Ortalığın ağırmasını mı bekleyecek? Hem de kelebek zamanıyla- ve ne yazık ki kelebeğin o minik zayıf sabrıyla.

Karanlık koridor metaforu uygun olmayabilir ama şu an yüreğimin algıladığı gerçek bu..
Tanrım, bu defa bana ne öğreteceksin acaba? Ne tarafta durmam gerekiyor? Bu ışık üstüme üstüme parladığında ondan kaçabilmem imkansız. O benim en büyük ihtiyacım, beklediğim, umduğum, kendime itiraf edip de huzurumu kaçırmasam dediğim şey.
Kantor beni okunun ucunda apaydınlık yerlere fırlatsın lütfen..
Böyle olması gerek. Çünkü o oka gene asılacak ve yüreğim ağzımda uçacağım..
Aksi büyük günah olur.

Sevgiler

Perşembe, Mayıs 05, 2011

bir tarafin

Bir bütün olarak yaşamak mümkün mü gerçekten?




Böyle bir tarafın seni başka yerlere sürüklemek isterken?



Yoluna sessiz sakince devam ederken karşına bir hediye gibi çıkıveren bir güzelliğin içinde kaybolmak istersen? Oraya girip, ondan doya doya beslenene kadar kesinlikle dışarı çıkmak istemezsen?









insanın ne çok şeye açlığı var değil mi..



karşımıza çıkınca nasıl irkilip korkup tereddütte kalıyoruz.



kendimizi yargılıyoruz....