Salı, Haziran 29, 2010

Kim uğraşır tasarımla? hayat akıp gidiyor!

Benim miniş hala tatilde ve ben elimi bir sürü işe attım. hatta bunlar için kredi çekildi! şu yarım yamalak maaşımın aslında ne kadar bereketli olduğunun farkına vardım; bankalara evirip çevirip satıp duruyorum; bana bir sürü para veriyorlar karşılığında!! :) şu an çok komik geldi gerçekten! bir sürü para lafı şaşırtmasın lütfen- neyse, bütün harcama kalemlerini kayıt ediyorum..

Bugün en önemli kalemlerden birini hallettim: buzdolabı motoru değişti ve klima temizlendi. . sonra, dün abime (bu kelimeyi asla ilkokuldaki gibi yazmam, kimse beklemesin, TDK'na da benden selam söyleyin, güzelim eski Türkçe kelimeleri katledip atarken düşünselerdi!) benzin ısmarladım; annemlere dondurma gitti (Diyar'ın dondurması muhteşem- Baylan'ın adisababasına çok benziyor ve onun fiyatına beş kişi müthiş dondurma yiyor!), benim kahve ve sandviç molalarım var tabii ki; Yumoş aşı oldu; perşembe için dişçi randevum alındı; sırada araba bakımı var, ve hatta internete bu sebeple girildi ama tabi akıl yine çelindi- baktım yazma modundayım, tabi ki de yazdım! evet, daha bir kaç kalem daha var halledilmesi gereken şeylerden. ayrıca evde temizlik de yapıyorum; yardımcımı arayıp Eylül ayında devam edelim diyeceğim.. hmm.. daha ? hm. bu şuur akışına tamam demem lazım- bloga uygun mu acaba?

Evet, bakalım neler halletmiş olabileceğim bu hafta sonuna kadar..
sevgiler

Pazar, Haziran 27, 2010

Tatildeyim. bugün pazar. gece kaçta yattım? 02.30 gibi galiba. hayır dışarıda değildim, daha buna çok var; ayrıca bu 'rahatlama' yolu hiç oraya varmayabilir, çünkü benim miniş haftaya ctesi evde. ve ben tekrar o yüksek voltaja tutulmuş koşturan ve 'ben şimdi ne yapacaktım?' moduna geri döneceğim..mini özgürleşme ve kendini bulma bu kadar olacak. ayrıca bütün bunları tamamen unutmak en iyisi. kendimle yaşadığım bu muhteşem macera bitecek ve kendimi hatırlayıp, özleyip, aşk acısı - o özlemi yaşamak hiç istemem! her harika, yoğun maceranın sonu..

bu kendini bilme, yoğunluk, varlık duygusu neden günlük hayata inemiyor? bak, şu an neden tiyatro eleştirileri yazmaya başladığımı çok net hatırlıyorum. bana anlamlı geliyor. işte kendimi verebileceğim bir şey! ama yok olacak.. bunun için psikolğa gitmeli mi? ya da dedim ki demin kendime: her veriğin 150 tl.yi alışverişe versen, çok daha mutlu bir kadın olursun! en kestirme yol.. yapmayın, Bağdat Caddesi'ne 10 dk yürüyüş mesafesinde oturuyorum ve artık hiç alışveriş yapmıyorum oradan! nasıl? acınası bir durum, değil mi? işin kötüsü, bildiğim ve sevdiğim yerlerden artık alışveriş yap(a)madığım için, alışveriş hiç yapmıyorum! ne kadar takıntılı bir insanım! tüm kadınlarda bu biraz böyledir deyin lütfen! lütfen!!!!

neyse.. dün kedoşumu aşıya götürdüm, ama benim içli, yoğun, inatçı, vahşi (o müstehzi gülüşü silin hemen!) kedimle tek veteriner başa çıkamadığı için diğerini beklerken beni oradan postaladılar. e, ne yapıır- piyangodan bedava 1-2 saat çıkmış, tabi ki 'yürüyüş' bahanesiyle Cadde'ye inilir.. inince mutlu olunur. tam bir elit karnavalın ortasına inilir..Bakhtin'in kulakları çınlasın! yürüken sırtını dik tutarsın, hatta karnını bile içine çekebilirsin! vitrin camlarından da kendini kontrol edersin.. ben bunları pek yapmıyorum artık gerçi, ama arada nostalji duygusu basıyor.. bütün bu varılan noktalardan bir şikayetim yok! buraya gelmek için uğraştım hatta.. tek amacım yukarıda aşkla bahsettiğim 'kendimi' bulmaktı.. gel gör ki şimdi onu 1 hafta, oğlum tatile çıktığında  görebiliyorum. bu ağır bir konu, girmeyelim- beni mutlu etmediğinden değil, ama bu blog bunun için gayet hafif bir mecra..hem kim 'kendine' sahip ki ben olayım? buna izin var mı? bedeli ağır. bana bir ara faturayı gösterdiler, aynen o an kalktım masadan ve hala borç 'restructuring'i ile uğraşıyorum.. acıları fiziki araçlara transfer ettim.. keşke etmeseydim:)) anlamadınız mı?

Elegy filmi muhteşem. Amerikalıların böyle film yapabilmesi güzel, ama tabi içinde bir Avrupalı var- belki de o kurtarıyor atmosferi? zaten film bu atmosfer üzerine kurulu-- kontrollü Amerikalı entellektüel ve kontrol gereği duymayan Latin afet.. yaşlılık, güzellik, kontrol, aşk, benlik sınırları, tercihler...

kedoşum dün zor bir gün geçirdi bgün tosur tosur uyuyor.. midesi de bulanıyor! tüylerini çıkaracak ama beceremedi. o da benim gibi çıkarmayı sevmiyor.. buna da biz 'pathetic fallacy' diyoruz..
öpüyorum, hoşça kalın

Cumartesi, Haziran 26, 2010

Tasarım hala başarısız.. acaba sadece bunun için bir ara buraya girmeyi hatırlayabilir miyim?

Oğluşum tatilde! ben de umarım ağustosta çıkarım tatile- yaz okulu bitsin.

Bugün Yumak da veterinere gidecek. nasıl olacak? ilaç vermek hiç istemiyorum. çok vahşileşiyor, sabahtan beri dua ediyorum rahat atlatalım diye. nasıl yapmalı? acaba ben de içeri girip onu tutsam mı? ama veteriner işini çok iyi biliyor edasıyla siz gelmeyin isterseniz deyince ne diyeyim ki? benim kedim biraz damarlı br kedicik. inatçı. şefkati şefkat, nefreti nefret, inadı da inat!

bakalım nasıl atlatacağız..
Haber veririm:)

Perşembe, Haziran 24, 2010

Blogun tasarımını değiştireyim dedim ama işin içinden çıkamadım. hemen girişte yine dikkatimi çeldi, uğraştım ama şimdilik bu kadar diyerek bıraktım..

hava ne kadar asık suratlı değil mi? aslında çok ideal bir yaz hali. hem de en başında, yoksa çokta bunalmaya ve nereden geldi bu yaz diye söylenmeye başlayacaktık. yanlış mı?

iki gün sonra oğlum babasıyla taile çıkıyor, 1 hafta yok. benimse yaz okulumda sınıfım açıldı.. ama bunun dışında hiç bir şey yapmamayı umuyorum. sıfır sosyallik, sıfır harcama, bol tembellik, bol yatak.. bol okuma. sayfa çevirme.. sağa ve sola dönme. uyuklama, uyanma.. acıkma, yeme, yürüyüş yapma.. minimum enerji ve para harcama. bu hayati bir mesele, takdir edersiniz ki!

şu an da oldukça yorgunum. sabah çocukları Sabancı Müzesine İstanbul sergisine götürdüm ve itiraf etmeliyim ki. müzeyi benden daha iyi gezdiler! kulaklarında 'audio guide' aletleri ile her köşesine ince bir dikkatle eğilerek gezdiler!

yaz böyle başladı.. bir liste yapmam lazım. öyle bir liste ki demin yazdığım tembellik planlarımı tamamen çürütecek. öyle bir angarya listesi ki.. kendimi de bildiğim kadarıyla, sinir işleri zamana yayamam, hemen halletmek için hepsine birden koşturacağım hemen bitsin, beni taciz etmesinler diye, haftanın son günü yine yorgunluk ve bezginlikten dilim dışarı sarkmış bir şekilde oğluşumu karşılama telaşına girişeceğim bu defa da!

öyle bir liste ki..
neyse, ben bunu hazırlamak için ayrılıyorum.. umarım bir daha ki yazdığımda bunların hepsini halletmiş olurum! olmazsam da, yine kendimi biliyorsam, bitirmedim diye buraya hiç bir şey yazamam!
hoşça kalın

Salı, Haziran 08, 2010

Merhabalar tekrar.
Kimseler yok, ama sorun değil.

baş harflerle uğraşamayacağıma karar verdim, sakıncası yoksa? Türk Dil Kurumu buna ne der bilmem, ne de olsa ilk yazımda andım bu güzide kurumumuzu..

özel isimlerde dikkat edeceğime söz veririm.
Yukarıda şirinlikle sapıtan bir kız çocuğu görünüyor. çocukların bu şekilde içlerini dökmesi ne hoş. siz de çocuğunuzun doğal hallerini kurgulayıp yapılandıranlardan mısınız? bende bu oran sanırım %40 en fazla.. kim başa çıkabilir ki bir çocuğun doğal enerjisinin bin bir dışa vurum ihtimaliyle? bir tane davranışı benimsetmeyi başarsanız sonra bambaşka bir şey yapıp ederek evvelkinin, hayatında sadece komik bir şapka misali sırıtacak bir şekilden ibaret olacağını size o kadar güzel gösteriyorlar ki.. bu çocuklar muhteşem. kendilerini ifade şekillerine ve varlık tercihlerine karışmamak gerekli. bu imkansız zaten.

ben de galiba o yüzden çocuklara çok sempati duyuyorum. özgürlük, naiflik, iyilik, güzellik. fıkır fıkır bıcır bıcırlar. devamlı tıkırdayan bir cezve gibi.. yerim onları ben..

neyse, konum bu muydu, hayır, ama işte devamlı dağılan bir insanım ben. bu senkronik durum benim alt yapım. her an her şey beraber ve solo! akıl sağlığı buna zor dayanıyor. işte çoğunlukla sadece akıl sağlığını koruyabilmek için, hiç hayatımda işlevsel bir fayda sağlamayacak bir sürü şeyle uğraşıyorum. bunlar aklımın kara deliklerini tıkamaya çalıştığım yamalar gibi aslında. ama seviyor ve hayatımın bu haline sempati duyuyorum. çocukluğumun Sarah Kay çıkartmalarındaki renk renk yamalı yorganlar, elbiseler, pantolonlar, şapkalar gibi bir hayat benimki. seviyorum böyle. bir yöne doğru gitmiyor da devamlı genişliyor gibi geliyor bana.. hareket alanım çok enişliyor, sonra bazıları buna "distracted" diyorlar. bilmiyorum. özgürce düşünmek ve bir sürü şeye ilgi duymak ve beğenmek olumsuz mu? boşver.

içerisi ve dışarısı bağlamına ulaşınca terk etmek gerek konuyu. bazen hayatıma dışarıdan bakma ihtiyacım da oluyor. bir psikoloğa gitmeyi, saatlerce anlatmayı istiyorum. o zaman bir ana yol beliriyor hayatımda ve tabi kendimi iyi hissediyorum. ama sonra o yol yine genişliyor, genişliyor, genişliyor.... o yola tutunmak ve sınırlarını muhafaza etmek ne kadar mümkün bilemiyorum. istiyor muyum onu da bilmiyorum. eminim bu durumumun psikolojide bir adı vardır. dağılma hali. ama insan kendine kendi önceliklerini nasıl hatırlatıp durur? işaret/gösterge sistemi mi kurar? odama poster mi asayım o zaman? çok sıkıcı..

bana en iyi gelen yöntem kitap okumak ve hatta resim çizmek. boyamak işte.. bitince yeni uyanmış gibi oluyorum. ya da gün ortasında uyumak mı daha iyi? o da iyi işe yarıyor..

evde olmak zor. sözün kısası bu sanırım.
görüşmek umuduyla!