Salı, Haziran 08, 2010

Merhabalar tekrar.
Kimseler yok, ama sorun değil.

baş harflerle uğraşamayacağıma karar verdim, sakıncası yoksa? Türk Dil Kurumu buna ne der bilmem, ne de olsa ilk yazımda andım bu güzide kurumumuzu..

özel isimlerde dikkat edeceğime söz veririm.
Yukarıda şirinlikle sapıtan bir kız çocuğu görünüyor. çocukların bu şekilde içlerini dökmesi ne hoş. siz de çocuğunuzun doğal hallerini kurgulayıp yapılandıranlardan mısınız? bende bu oran sanırım %40 en fazla.. kim başa çıkabilir ki bir çocuğun doğal enerjisinin bin bir dışa vurum ihtimaliyle? bir tane davranışı benimsetmeyi başarsanız sonra bambaşka bir şey yapıp ederek evvelkinin, hayatında sadece komik bir şapka misali sırıtacak bir şekilden ibaret olacağını size o kadar güzel gösteriyorlar ki.. bu çocuklar muhteşem. kendilerini ifade şekillerine ve varlık tercihlerine karışmamak gerekli. bu imkansız zaten.

ben de galiba o yüzden çocuklara çok sempati duyuyorum. özgürlük, naiflik, iyilik, güzellik. fıkır fıkır bıcır bıcırlar. devamlı tıkırdayan bir cezve gibi.. yerim onları ben..

neyse, konum bu muydu, hayır, ama işte devamlı dağılan bir insanım ben. bu senkronik durum benim alt yapım. her an her şey beraber ve solo! akıl sağlığı buna zor dayanıyor. işte çoğunlukla sadece akıl sağlığını koruyabilmek için, hiç hayatımda işlevsel bir fayda sağlamayacak bir sürü şeyle uğraşıyorum. bunlar aklımın kara deliklerini tıkamaya çalıştığım yamalar gibi aslında. ama seviyor ve hayatımın bu haline sempati duyuyorum. çocukluğumun Sarah Kay çıkartmalarındaki renk renk yamalı yorganlar, elbiseler, pantolonlar, şapkalar gibi bir hayat benimki. seviyorum böyle. bir yöne doğru gitmiyor da devamlı genişliyor gibi geliyor bana.. hareket alanım çok enişliyor, sonra bazıları buna "distracted" diyorlar. bilmiyorum. özgürce düşünmek ve bir sürü şeye ilgi duymak ve beğenmek olumsuz mu? boşver.

içerisi ve dışarısı bağlamına ulaşınca terk etmek gerek konuyu. bazen hayatıma dışarıdan bakma ihtiyacım da oluyor. bir psikoloğa gitmeyi, saatlerce anlatmayı istiyorum. o zaman bir ana yol beliriyor hayatımda ve tabi kendimi iyi hissediyorum. ama sonra o yol yine genişliyor, genişliyor, genişliyor.... o yola tutunmak ve sınırlarını muhafaza etmek ne kadar mümkün bilemiyorum. istiyor muyum onu da bilmiyorum. eminim bu durumumun psikolojide bir adı vardır. dağılma hali. ama insan kendine kendi önceliklerini nasıl hatırlatıp durur? işaret/gösterge sistemi mi kurar? odama poster mi asayım o zaman? çok sıkıcı..

bana en iyi gelen yöntem kitap okumak ve hatta resim çizmek. boyamak işte.. bitince yeni uyanmış gibi oluyorum. ya da gün ortasında uyumak mı daha iyi? o da iyi işe yarıyor..

evde olmak zor. sözün kısası bu sanırım.
görüşmek umuduyla! 

2 yorum:

  1. Kimse yok demek buraya kimse uğramıyor mu demek? Ben geldim işte. Misk adını çok sevdim.

    YanıtlaSil
  2. Hoşgeldin! Sana sakızlı bir kahve yapayım :))
    İstanbul'a uğadığında Kadıköy Çarşısına yolun düşerse, Fazıl Bey'in Türk Kahvesi'ne uğra hatırım için; haber versen ben de gelirim!

    YanıtlaSil